Londra’da nerede ne yenir? Birkaç lezzet önerimle..

0 158

Londra’da gündüzleri sanat gezilerimi, şehir yürüyüşlerimi yaptım. Akşamları da Londra’da yaşayan kızımla birlikte yemeğe çıktık. Önerdiği mekanların tadını çıkardık. Aynı sektörde çalıştıkları için, birçok şefi tanıyordu. Şef ikramlarıyla bir tadım şölenine dönüşen gecelerde  fena halde şımartıldım…

Oblix

Oblix, geçen sene inşaatı tamamlanan Avrupa’nın en yüksek gökdeleni “The Shard”ın 32. katında. Muhteşem manzarası, canlı jazz müziği (piano ve vokal), kıyafetleri Ted Baker imzalı personeliyle şık bir mekan.

Pancetta ve ricotta peyniriyle gelen türüf yağlı ekmek dilimleri (Truffle flat bread, pancetta & ricotta) ve şarabımızla harika bir giriş yaptık.

Narlı, naneli, yoğurtlu ızgara patlıcanın (Grilled aubergine, yoghurt, mint & pomegranate) tanıdık lezzeti damağımızda, pencerenin yanındaki şanslı koltuklarda gün batımını seyrettik. Londra’nın tarihi ve modern mimarilerinin şahane uyumunu izlerken,  giderek betonlaşmaya teslim olmuş İstanbul’u düşünmek içimi sızlattı.

 

Zencefil ve sarımsak soslu beef tataki (Seared beef, lime, chilli, garlic & ginger dressing) ile “an”a dönüverdim. Karşımda oturmuş güzel kızımın şerefine kaldırdım kadehimi..

New York şehrinin Michelin yıldızlı restoranlarının şefliğini yapmış Fabien Beaufour’un ikramı barbekü soslu morina balığının (Bbq black cod & coriande salsa) kişnişli salsa garnitürüyle uyumu harikaydı. Geçen sene Charlotte Street’deki Roka’da yemiş olduğum Yuzu Miso soslu Black Cod’u Oblix’de Amerikan usulüyle tatmak güzel bir deneyim oldu. Ama tercihim Roka’nınki!!

Ben kuzu pirzolası (Lamb chops, harissa & yoghurt) tercih ettim. Yumuşacıktı.. Kızım elma ve hardal tohumlu bacon (Suckling pig, apple chutney and mustard seeds) istedi. Fırında ekşi kremalı patates, (Baked potato, sour cream & chives) ana yemeklerin yoğun tadını çok iyi dengeliyordu.
Grubun executive pastane şefi Julien Philippe’nin ikramı, sadece Oblix için tasarladığı bütün tatlılarının minyatürlerinden oluşan tabaktı. Rengarenk minik macaron’lara bayıldım… 

Roka Myfair

Modern Japon mutfağı ile tanınan Roka‘dan Londra’da üç tane var:  Charlotte Street, Canary Wharf ve Mayfair‘de. Biz bu yıl açılan Mayfair’e gitmeyi tercih ettik. Mekanın ortasındaki robata ızgarada çalışan şeflerin ustaca ve zevkle tabak düzenlemelerini izlemek çok güzel bir keyif. Malzemelere büyük bir saygı ve tam konsantrasyonla çalışıyorlar..  Personelin profesyonelliği kadar, müşterilerini dozunda bir dostlukla ağırlıyor olmaları mekanın konforunu artırıyor. Servisimizi Danilo yaptı. Yanıbaşımda çömelerek sipariş almasının amacını anlamam zor olmadı. Göz temasını korumak, tabaklar hakkında yeterli bilgiyi verebilmek ve tercihlerimi samimiyetle anlamaya çalışmak.. Şef’lerin  yıllarını verdikleri, emeklerinin, araştırmalarının, ve yaratıcılıklarının ürünü tat ve tabak tasarımlarının sunumu ciddi bir iş.. Bunu hissettiriyorlar.
Roka menüsünden Kampachi Sashimi & Truffle Yuzu Sauce

Başlangıç olarak aldığımız en iddialı tabaklardan incecik (tül gibi) dilimlenmiş, türüf mantarı yağlı, yuzu (Japon turunçgili) soslu akya sashimi (Kampachi Sashimi & Truffle Yuzu Sauce) bütün tat duyularımı harekete geçirdi.

Executive Chef Hamish Brown’un Mayfair Roka’ya özel yeni tabağı tarak sashimi (Hotate Otsukuri)‘nin ağzımda eriyen tadını unutamıyorum. Damağım şölen veriyordu.

Izgara beyaz kuşkonmaz, hayrete düşüren minik zencefil incileri ve Tosazu jeli ile şahane bir tabaktı. Siyah türüf mantarı sosuyla servis edilen sığır etini (Beef Tataki & Black Truffle Sauce) hararetle öneriyorum.

 
Sunumundan ne olduğunu anlayamadığım balık bizim karagöz çıktı. Izgaranın karamelize ettiği miso sosu ile bu taş balığı (Grilled Tai Miso: Sea Bream marinated with miso sauce & Pickled red onion) bambaşka bir lezzete dönüşmüştü..

Roka’nın Kore baharatlı meşhur kuzu pirzolasını (Lamb Cutlets with Korean Spices) anmadan geçemeyeceğim.. Enfesti !! 

Ve kapanış.. oldukça şımartıcı idi.. Tropikal meyve tabağı içinde sunulan creme brulé…
 
Zuma

Modern Japon mutfağı sunan Zuma Restoran‘ın konsepti Japon İzakaya geleneğine dayanıyor. İngiltere’de Pub, Fransa’da Bistro, İspanya’da Tapas Restoran, Türkiye’de Meyhane ne ise, Japonya’da da İzakaya o !! Zuma’nın atmosferi modern, yemekler sofistike, insanlar rahat şık..

Tuna balığı (maguro no tataki/seared tuna with chilli daikon and ponzu sauce) ilk izlenim için oldukça iyiydi. Patlıcan aşığı ben, Den miso soslu patlıcan tabağını çok beğendim.

Çorapla giydiği parmak arası terliği ile bile çevresinde saygı ve ilgi halesi oluşturmuş grubun executive sushi chef’i Endo San’ın ikramı sashimi tabağıydı. Masamıza gelip hangi sırayla yememiz gerektiğini anlattığında tabak daha da anlamlandı.

Tadı hafif olan Akya Sashimi’den başladık, palamut sashimi ile devam edip, ton balığının yağlı tarafı olan “otoro” tataki ile tadımı  tamamladık. lezzetten başım döndü diyebilirim.. Oldum olası çiğ balık severim…

Teriyaki soslu ızgara domuz ve soya tereyağ soslu bonfile head chef’in ikramıydı.

Zuma’nın wafu soslu ızgara kuşkonmazını (tokudai wafu asparagasus), Roka’nın tatlı soya soslu kuşkonmazına tercih ederim..

Acılı ördek göğsü, Roka’da yediğim konbu tütsülü kumkuat marmelatlı ve arpa misolu o unutulmaz ördek göğsünün (Kobu-Jime Kamo No Kunsei Yaki, Kinkan To Kaki) yerini asla tutamaz…

İlk defa tattığım kızarmış tofunun (soya peyniri) yumuşacıklığı yanındaki avokado salatasıyla müthiş bir uyum yakalamıştı. Sevdim..

La Petite Maison

La PetiteMaison, camdan giriş kapısının üzerindeki “Tous célèbres ici/Bütün ünlüler burada” sloganı karşılıyor sizi. Bembeyaz masa örtüleri, yarım perdeleriyle tipik bir Fransız restoranı.. Côte d’Azur ve komşusu Liguria’nın taze mevsim ürünleri, basit ve lezzetli Fransız Akdeniz’i ve Niçoise mutfağı sunan restoranın Nice, Londra, Dubai, Paris ve Cannes’da şubeleri var.

Pencere cephelerinde büyük birer vazo ve iki renk türeviyle düzenlenmiş uzun boylu çiçekler mekana büyük bir elegans katıyor. Ancak iki kişilik küçük masaların üstünde sıkışıklık yaratan taze limon ve domateslerden oluşan dekorlara bir mana veremedim; iğreti duruyordu..

Yengeç ve ıstakoz salatası (Salade de Crustacés) ile güzel bir başlangıç yaptık. Feta peynirli beyaz kuşkonmaz salatası çok lezizdi. Datterini domatesleriyle sunulan burrata peyniri (Burrata et Tomates) akışkan kremamsı tadıyla beni benden aldı… 

Patates diye küçümsemeyin, patates gratenin tadı (Pommes de Terre Gratinées) hala aklımda..

Tuzda pişmiş enginarlı levrek (Salt Baked Fillet of Line Caught Sea Bass with Artichokes and Tomatoes) vkalamarlı fettucini ana yemeklerimizdi. Mükemmeliyet sözkonusu ancak Japon mutfağı kadar şaşırtıcı olmadı benim için…

 
La Petite Maison’daki gece doğumgünümdü. Chef’in ikramı minik doğumgünü pastam (ile flottant) restoran ekibinden 6 kişinin “happy birthday” şarkısı eşliğinde sunulduğunda çok mutlu oldum.. Ne güzel bir jestti…

La Petite Maison İstanbul’da da bir şube açmış. Nişantaşı’ndaki Maçka Palas’ta.. Bi gidip bakmak lazım.. 

The Arts Club
Sanatsever, sanatçı ve sanat girimşici üyelerine açık, duvarlarında modern resimler sergilenen, sanat etkinliklerinin düzenlenebildiği üç katlı The Arts Club’ın alt katında gece kulübü var, giriş katı restoran ve bahçe, üst katta ise farklı genişlikte salonlar ve bar yeralıyor.
 
Foie Gras Terrine porto şarabı glazesi ile çok iyi bir başlangıç oldu. Servisimizi yapan kız olağanüstü sempatikti.

Limon soslu yengeç köftesi, keçi peynirli ve fındıklı beyaz kuşkonmaz salatası, kızarmış kalamarlar, ahtapot salatası, yenebilir çiçeklerle süslenmiş bahar tabağı ikramları ile şef iyi bir gösteriş yaptı.

Ton balığı sashimi fena değildi. Ama Roka ve Zuma’nınkiler ile kıyas kabul etmem.

Ve mükemmeliyete pişirilen, kırmızı şarap soslu, gecenin yemeği Chateaubriand!!! Üzerini örten kabuk ekmek kaba duruyordu ancak etin lezzeti baskın çıktı.

Çiçekler içindeki localı bahçesinde büyük bir keyifle sigaramı içtim ve tatlılarımızı üst katta aldık. Şık kalabalık mükemmel mekanın ambiyansını zenginleştiriyordu. Gece kulübü çok enteresan değildi. Ama The Arts Club toplamda bende güzel duygular bıraktı..

 

Busaba

Thai mutfağı çok tanıdık gelmese de, kızımın ısrarla götürdüğü Busaba, bana Thai mutfağını “başlangıç seviyesinde” sevdirdi. Londra’da pek çok şubesi olan bu Thailand restoranı ve yemeklerini bir öğle vakti deneyebilirsiniz.

Zencefil soslu bonfile ve Pad Thai (rice noodle, prawn, dried shrimp, tofu, egg, peanut, beansprout and lime) başarılıydı. Yine zencefilli, karabiberli kızarmış Thai kalamarının tadı yabana atılacak gibi değildi.. İçecekler için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim..

 

Restoranın girişi tapınağa girer gibi çiçek tütsüleri ve su içinde yüzen çiçekleriyle çok alımlıydı. Söylemeden geçmeyeyim, Busaba zaten vahşi bir Thai çiçeğinin adı..
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.