Londra’da nerede ne yenir? Birkaç lezzet önerimle..
Londra’da gündüzleri sanat gezilerimi, şehir yürüyüşlerimi yaptım. Akşamları da Londra’da yaşayan kızımla birlikte yemeğe çıktık. Önerdiği mekanların tadını çıkardık. Aynı sektörde çalıştıkları için, birçok şefi tanıyordu. Şef ikramlarıyla bir tadım şölenine dönüşen gecelerde fena halde şımartıldım…
Oblix |
Oblix, geçen sene inşaatı tamamlanan Avrupa’nın en yüksek gökdeleni “The Shard”ın 32. katında. Muhteşem manzarası, canlı jazz müziği (piano ve vokal), kıyafetleri Ted Baker imzalı personeliyle şık bir mekan.
Pancetta ve ricotta peyniriyle gelen türüf yağlı ekmek dilimleri (Truffle flat bread, pancetta & ricotta) ve şarabımızla harika bir giriş yaptık.
Narlı, naneli, yoğurtlu ızgara patlıcanın (Grilled aubergine, yoghurt, mint & pomegranate) tanıdık lezzeti damağımızda, pencerenin yanındaki şanslı koltuklarda gün batımını seyrettik. Londra’nın tarihi ve modern mimarilerinin şahane uyumunu izlerken, giderek betonlaşmaya teslim olmuş İstanbul’u düşünmek içimi sızlattı.
Zencefil ve sarımsak soslu beef tataki (Seared beef, lime, chilli, garlic & ginger dressing) ile “an”a dönüverdim. Karşımda oturmuş güzel kızımın şerefine kaldırdım kadehimi..
Roka menüsünden Kampachi Sashimi & Truffle Yuzu Sauce |
Başlangıç olarak aldığımız en iddialı tabaklardan incecik (tül gibi) dilimlenmiş, türüf mantarı yağlı, yuzu (Japon turunçgili) soslu akya sashimi (Kampachi Sashimi & Truffle Yuzu Sauce) bütün tat duyularımı harekete geçirdi.
Executive Chef Hamish Brown’un Mayfair Roka’ya özel yeni tabağı tarak sashimi (Hotate Otsukuri)‘nin ağzımda eriyen tadını unutamıyorum. Damağım şölen veriyordu.
Izgara beyaz kuşkonmaz, hayrete düşüren minik zencefil incileri ve Tosazu jeli ile şahane bir tabaktı. Siyah türüf mantarı sosuyla servis edilen sığır etini (Beef Tataki & Black Truffle Sauce) hararetle öneriyorum.
Ve kapanış.. oldukça şımartıcı idi.. Tropikal meyve tabağı içinde sunulan creme brulé…
Modern Japon mutfağı sunan Zuma Restoran‘ın konsepti Japon İzakaya geleneğine dayanıyor. İngiltere’de Pub, Fransa’da Bistro, İspanya’da Tapas Restoran, Türkiye’de Meyhane ne ise, Japonya’da da İzakaya o !! Zuma’nın atmosferi modern, yemekler sofistike, insanlar rahat şık..
Tuna balığı (maguro no tataki/seared tuna with chilli daikon and ponzu sauce) ilk izlenim için oldukça iyiydi. Patlıcan aşığı ben, Den miso soslu patlıcan tabağını çok beğendim.
Çorapla giydiği parmak arası terliği ile bile çevresinde saygı ve ilgi halesi oluşturmuş grubun executive sushi chef’i Endo San’ın ikramı sashimi tabağıydı. Masamıza gelip hangi sırayla yememiz gerektiğini anlattığında tabak daha da anlamlandı.
Tadı hafif olan Akya Sashimi’den başladık, palamut sashimi ile devam edip, ton balığının yağlı tarafı olan “otoro” tataki ile tadımı tamamladık. lezzetten başım döndü diyebilirim.. Oldum olası çiğ balık severim…
Teriyaki soslu ızgara domuz ve soya tereyağ soslu bonfile head chef’in ikramıydı.
Zuma’nın wafu soslu ızgara kuşkonmazını (tokudai wafu asparagasus), Roka’nın tatlı soya soslu kuşkonmazına tercih ederim..
Acılı ördek göğsü, Roka’da yediğim konbu tütsülü kumkuat marmelatlı ve arpa misolu o unutulmaz ördek göğsünün (Kobu-Jime Kamo No Kunsei Yaki, Kinkan To Kaki) yerini asla tutamaz…
Pencere cephelerinde büyük birer vazo ve iki renk türeviyle düzenlenmiş uzun boylu çiçekler mekana büyük bir elegans katıyor. Ancak iki kişilik küçük masaların üstünde sıkışıklık yaratan taze limon ve domateslerden oluşan dekorlara bir mana veremedim; iğreti duruyordu..
Yengeç ve ıstakoz salatası (Salade de Crustacés) ile güzel bir başlangıç yaptık. Feta peynirli beyaz kuşkonmaz salatası çok lezizdi. Datterini domatesleriyle sunulan burrata peyniri (Burrata et Tomates) akışkan kremamsı tadıyla beni benden aldı…
Patates diye küçümsemeyin, patates gratenin tadı (Pommes de Terre Gratinées) hala aklımda..
Tuzda pişmiş enginarlı levrek (Salt Baked Fillet of Line Caught Sea Bass with Artichokes and Tomatoes) ve kalamarlı fettucini ana yemeklerimizdi. Mükemmeliyet sözkonusu ancak Japon mutfağı kadar şaşırtıcı olmadı benim için…
La Petite Maison İstanbul’da da bir şube açmış. Nişantaşı’ndaki Maçka Palas’ta.. Bi gidip bakmak lazım..
The Arts Club |
Limon soslu yengeç köftesi, keçi peynirli ve fındıklı beyaz kuşkonmaz salatası, kızarmış kalamarlar, ahtapot salatası, yenebilir çiçeklerle süslenmiş bahar tabağı ikramları ile şef iyi bir gösteriş yaptı.
Ton balığı sashimi fena değildi. Ama Roka ve Zuma’nınkiler ile kıyas kabul etmem.
Ve mükemmeliyete pişirilen, kırmızı şarap soslu, gecenin yemeği Chateaubriand!!! Üzerini örten kabuk ekmek kaba duruyordu ancak etin lezzeti baskın çıktı.
Çiçekler içindeki localı bahçesinde büyük bir keyifle sigaramı içtim ve tatlılarımızı üst katta aldık. Şık kalabalık mükemmel mekanın ambiyansını zenginleştiriyordu. Gece kulübü çok enteresan değildi. Ama The Arts Club toplamda bende güzel duygular bıraktı..
Busaba |
Thai mutfağı çok tanıdık gelmese de, kızımın ısrarla götürdüğü Busaba, bana Thai mutfağını “başlangıç seviyesinde” sevdirdi. Londra’da pek çok şubesi olan bu Thailand restoranı ve yemeklerini bir öğle vakti deneyebilirsiniz.
Zencefil soslu bonfile ve Pad Thai (rice noodle, prawn, dried shrimp, tofu, egg, peanut, beansprout and lime) başarılıydı. Yine zencefilli, karabiberli kızarmış Thai kalamarının tadı yabana atılacak gibi değildi.. İçecekler için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim..