Kenya’da Safari… Jambo Africa!

0 246
 
Temmuz ayında Tanzanya Serengeti’den yola çıkıp ekim ayında Masai Mara’ya varan binlerce antilop, zebra ve gazelin “büyük göç”üne tanıklık etmek isteyenler için düzenlenen safariler Kenya’da yaşanabilecek en unutulmaz tecrübedir.  Ben o döneme denk gelemesem de, geçen yılın Nisan ayında Kenya’da çıktığım safari belgesellerdeki  Afrika’nın vahşi doğasını dinginliğini ve uyumunu yaşattı bana..  Doğal güzellikler karşısında adeta büyülendim. Doğa ile bütünleşebileceğimi hissettim.
Afrika’ya gitmeden önce unutmamanız gereken en önemli konulardan birisi aşı olmaktır. Yolculuktan bir ay evvel sarıhumma aşısı olmanız ve sıtma tabletlerine başlamanız gerekiyor. Yolculuğunuz süresince de bu tabletlere devam ediyorsunuz. Bu aşıları Karaköy’de Türkiye Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü ücretsiz olarak yapıyor ve bir de 10 yıl geçerli uluslararası aşı karnesi veriyor. Sıtma’ya karşı ayrıca el ve ayak bileklerinize takacağınız tablet bileklikleri de öneririm, gezi boyunca sinkov, detan gibi sprayler ayrılmaz parçanız olacak.

Yolculuğumuz Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan Dubai aktarmalı Nairobi uçuşuyla başladı.

Havaalanında bizi rehberimiz Ole Sitima karşıladı. Şanslıydık.. Mara köyünden Ole, sempatik, bilge ve duyarlı kişiliği ve engin tecrübesiyle bize kusursuz bir safari yaşattı. Buradan sana binlerce teşekkürler Ole!
Lake Nakuru
Havaalanından kısa sürede Lake Nakuru Milli Kampı’na ulaştık. Bizi ilk karşılayanlar Buffalolardı.. Pelikanların pembeye boyadığı gölün etrafında, antilopların, gazellerin, zebraların arasında ilerliyorduk. İlk olarak antilop ve gazel farkını öğrendik. Gazeller antiloplardan daha küçükler ve daha çabuk koşuyorlar.
Nesli tükenmekten kurtarıldığı söylenen beyaz gergedanları gördük. Bir babun ailesi yanında durduk, baba etrafı gözlüyor, iki yavru babun birbirlerinin  bitlerini ayıklıyordu, işte tam görmek istediğim tablolardan biri buydu, içimi büyük bir keyif kapladı.
Geceyi Sarova Lion Hill Game Lodge Nakuru da geçirdik.
Sabah gün doğmadan Masai Mara’ya doğru  hareket ettik.

Masai Mara

Uçsuz bucaksız savanlarda saatler süren yolculuğumuzun ardından, beş büyükleri göreceğimiz Sarova Mara Game Camp’a yerleştik. Odalarımız büyük tentelerden (çadırlardan) oluşuyordu,  kampın etrafı yırtıcılara karşı yüksek elektrikli tellerle çevriliydi.

Çadıra her giriş çıkışta öndeki verandada  ya yavru bir ceylan ya da yavrusuyla bir sincabı dinlenirken görebiliyorduk.

 
Öğlen yemeği molasından sonra, Mara savanlarındaki safarimize başlamıştık. Mara’da bu sefer Buffalolardan önce fillerdi bizi karşılayan, o dev cüsseleriyle örtüşmeyen narin ve nazik tavırlarıyla  beş kişilik bir aile geçti önümüzden.
Orada öylece durduk, yavruların birbirleriyle oynayışlarına, çamur banyosu yapmalarına, otlanmalarına tanıklık ettik dakikalarca. 
Biraz uzağımızda kızgın bakışlı buffalolar gözleriyle bizi takip ediyordu. Biri erkek biri dişi iki tavus kuşu savanlarda yürüyüşte idi. Arabayla ilerledikçe bizi hiç umursamayan antilopları, gazelleri ve zebraları ya yol kenarında oturmuş dinlenirken ya da otlarken görüyorduk. Harika bir deneyimdi Kenya’da safari..
Ole’nin ileride dikkatini çeken karaltının yanına yaklaştığımızda  bir çalı topluluğu kenarında uyuyan bir dişi aslan gördük. Yanında durduğumuzda arabanın sesiyle uyandı, gerindi, esnedi ve arabaya bile bakmadan çalıların arasında uyuyan erkek aslanın yanına saklandı.

Ole ertesi sabah aslan aramaya çıkacağımızı söylediğinde hepimizin gözleri ışıldadı.

Safaride Lion Hill dedikleri, gün doğmadan yola çıkıp savanlarda avlanan dişi aslanlara, birbirleriyle oynayan yavrulara, uyumayan erkek aslanlara rastlamaktı amaç. Çünkü aslanlar sabah erken avlanıp karınlarını doyurduktan sonra bir çalı arkası bulup gün boyu uyuduklarından gündüz safarilerinde rastlamak çok zor oluyormuş. 

Kampa döndüğümüzde, Afrika akasyaları altında dinlenip, akşam yemeğimizi yedikten sonra, yine gün doğmadan kalkacağımız için çadırlarımıza çekildik.

Çadırlarımız bir gölün etrafında sıralanmış, önlerindeki ahşap verandalar göle uzanıyor. Çadırlarda gece yarısına kadar elektrik var. Sonra tüm kampta elektrikler kesiliyor, her çadırın içinde fenerler var. Kampın içinde yürüme yollarını otların içindeki minicik lambalar belirliyor.

Çadırlarımızda tüm gün sinek tabletleri takılı olsa da gece 12 den sonra işe yaramayacağı için çadıra girer girmez cibinliğin içini dışını banyoyu bolca ilaçlıyorsunuz sıtma korkusundan. Afrika’da aslandan kaplandan değil, sıtma olmaktan korkuyorsunuz…

Çadırın fermuarını çektiğimde hiçbir kilit olmadığını farkettim. Ne yani? Mara savanlarında elektrikli tellerle çevrili kampımızın koca arazisinin içinde uyurken kilidimiz yok diye tedirgin mi olmalıydım? Bunca kişi böyle yattığına göre bize de bir şey olmaz deyip fazla kafaya takmıyorum.

Ancak bir süre sonra wifi şifremizi almadığımızı farkedip, gecenin karanlığında tek başıma resepsiyona kadar korkmadan nasıl giderim diye düşüne düşüne çadırdan çıkıyorum. Ayy o da ne? Omzunda tüfek koca bir karartı bana “jambo” diyor.. Bir çırpıda resepsiyona gittiğimi söyleyip yanından uzaklaşıyorum. Meğer bütün gece çadırları koruyan rangerlar (korucu) varmış..

Sabah gün doğmadan safari için çadırlarımızın kapısını çalıp “jambo” diye seslenerek uyandırıyorlar, içerden “jambo” diyene kadar da kapıdan uzaklaşmıyorlar. Böylece “jambo”nun  “merhaba” demek olduğunu öğreniyoruz..  Afrika’da en çok söylenen bir başka cümle de “hakuna matata”..  “Dert etme!” demekmiş.. O kadar fakirken o kadar mutlu ve güleryüzlüler  ki gıpta etmekten kendimi alamadım.
Bütün gece yağmur yağdı.. Koskoca arazide bir çadırın içinde üzerimize bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor, uzaklardan fillerin sesleri geliyordu, hem yağmurun keyfini çıkarıyor, toprağın kokusunu içime çekiyor hem de yavru filleri düşünmekten kendimi alamıyordum.

 

Ertesi günkü aslan arama seferimiz çok keyifli geçti. Ole’nin keskin gözleri ve içgüdüleriyle çok kısa bir süre sonra kendimizi iki anne ve altı yavru arslanın yanında bulduk. Tüm dişi aslanlar tüm yavrulara annelik yapıyormuş. Kimi yavrular sağda solda başı boş dolaşırken kimileri annelerinin yanında uyuyor, mahmur gözlerle bize bakıyor ve tekrar uykuya dalıyorlar..
Anneler arada pozisyon değiştiriyor bizlerle hiç ilgilenmiyorlardı.  Anlaşılan onlar çok erken saatlerde avlanmış, karınları doymuş, hepsi sabah keyfi yapıyordu. Zaten avlanmak safaride görmek istemediğim bir manzaraydı, şükür görmedim.  Aslanlar ortalarda görünmekten hoşlanmadıkları için hep çalı aralarına saklanıyor ve safaride aslan görmek için uçsuz bucaksız savanlarda çalılık arayıp çalıların arasında da aslan aramanız gerekiyor. Savanlarda ilerlerken tek tük gözüken ağaçların dallarına uzanmış leopar arıyorsunuz koskoca ovada. Gidenleriniz bilirler, gitmeyenler için söylüyorum o kadar keyifli ki!..
 
Öğlen yemek ve dinlenmek için kampa dönüyor, akşam yine safariye çıkıyoruz. Amacımız kaplan ve çıta görmek iken dişiyle birlikte dinlenen bir erkek aslana rastladık. Jeepin penceresine bir kol mesafesi uzaklığında uyuyordu, fotoğrafını çekmek için pencereyi açtığımda kafasını kaldırdı göz göze geldik ayağa kalktı pencereyi nasıl kapadığımı hatırlamıyorum.. Kükredi ve çalıların arasına doğru yürüdü. O zaman çok üzüldüm, kafeslerin ardında ya da parklarda  değil doğal ortamda yaşamalarına rağmen artık avlanmaları yasak olsa da bizler yüzünden huzurları kaçıveriyordu…

Diğer hayvanların pek umursadıkları yok, zaten artık safari jeeplerini de doğadan bir parça olarak algılıyorlarmış, ama ahh özgür ruhlu kedigiller, o çıplak arazide bile kendilerini çok iyi kamufle etmesini biliyorlar, o yüzden beş büyüklerden leopara, yalnız yaşayan ve sayıları zaten çok azalmış güzel yırtıcıya rastlayamadık. 

Safari nin beş büyüğü mü? Aslan, fil, gergedan, bufalo ve leopar.. Yabani hayatın zenginliği, sunduğu çeşitliliğin inanılmazlığıyla,  zürafadan zebraya, kartaldan akbabaya, antiloptan gazele, yaban domuzundan buffaloya, bizondan gergedana tüm vahşi doğa büyük bir ahenkle her yeni gün gözlerimizin önüne seriliyordu. 

Masai Kabilesi
Masai köyünü ziyaret etmek Doğu Afrika safarilerinin vazgeçilmezlerinden. Masailer Kenya ile Tanzanya’da yaşayan yüzlerce kabile arasında doğallığını en fazla koruyanlar. Çobanlık ile geçiniyorlar. Ağaç dalları, toprak, tezek ve otlarla yaptıkları iptidai evlerde oturuyorlar. Kendilerine özgü dansları ve kırmızı kıyafetleriyle köyün girişinde karşılıyorlar, bir tezek öbeğinden geçerek köyün içine girdik. Meydana bizim için pazar kurmuşlar.. Hediyelik eşya satıyorlar tezekler içinde yalınayak gezen çocuklar etrafımızı sarıyor, hepsi birbirinden güzel.
 
Kabilenin reisi, ebesi ve doktoruyla tanıştık. Elimizdeki cep telefonları ilgilerini çekiyor, fotoğraf çekmek için birbirleriyle yarışıyorlar. Elele tutuşup Masai dansı yapıyoruz, çocuklara şeker dağıtıyoruz, el sallayarak bizi uğurluyorlar..
Safaride olağanüstü bir diğer tecrübemiz de o akşamki yemeğimiz oluyor.. 
 
Açık havada uçsuz bucaksız savanlarda, doğanın içine kurulan sofralarda el fenerlerinin ışığında Ole’nin safari hikayelerini dinliyoruz. 
 
Şaraplarımızı yudumlarken güneşi batırıp, mehtabın aydınlığında dans ediyoruz. Tüfekli ranger’ların çemberi içinde ateşin etrafında Masailerle yaptığımız dansı hiç unutmayacağım..

Masai halkının doğayla yüzleşmek olarak yorumlanabilecek geleneksel danslarında müziği ayaklar, kolyeler ve sesleri oluşturuyor. Enstrüman kullanılmıyor. Zıplayarak ve şarkı söyleyerek yapılan dans bir nevi trans haliyle gerçekleşiyor. Ritm hızlandıkça zıplamalar yükseliyor. 
 
Lake Naivasha & Crescent Island
Safaride bir başka durağımız Naivasha Gölü; başkent Nairobi’ye 1,5 saat uzaklıkta. Naivasha, Nairobi”den gelinerek günübirlik gezilebilecek kadar yakın. Ancak ben buranın tadını çıkarabilmek için en az bir gece kalmalısınız. Naivasha’nın adı “hareketli su” anlamına geliyor. Aniden çıkan fırtınalar yüzünden bu ismi almış. 1884 metre rakımdaki gölün ortalama derinliği 6 metre.
Naivasha’nın en büyük özelliği dünyanın sayılı kuş cennetlerinden biri olması.. 139 km2 genişliğindeki Naivasha Gölü’nde ve çevresinde yılın herhangi bir mevsiminde 400 civarında farklı kuş türü görmek mümkün. Göl onlarca su aygırına da ev sahipliği yapıyor. Afrika’nın çoğu yerinde uzaktan görmekle yetineceğiniz su aygırlarına, Naivasha Gölü’nde neredeyse dokunacak kadar yaklaşabiliyor, doğal yaşamlarına ve oyunlarına tanıklık etme şansı elde ediyorsunuz.
Öğle yemeğimizi Lake Naivasha Country Club’de yiyoruz. Muhteşem bahçesinde çiçekler ve kuşlar arasında yürüyüş yaparken bulutlar o kadar alçak ki, sanki tepenize değiyor.
İskeleden tekne kiralıyoruz, gölü biraz dolaştıktan sonra Crescent Adası’nı ziyaret ediyoruz. Volkanik bir kraterden oluşmuş olan Crescent Adası, Naivasha Gölünün doğu tarafında bulunan özel bir vahşi yaşam koruma alanı.. Crescent Adası’nda bir yürüyüş safarisi yapıyoruz. Yırtıcı hayvan yok. Zürafa, buffalo, antilop, zebra ve maymun görmek mümkün. Benim en çok etkilendiğim an, zebraların arasında oturmaktı. Zürafalar etrafımda dalgalanarak yürüyorlardı..

 

Safarimizin son gecesinde Nairobi’de kaldık. Akşam yemeğimizi şehrin en meşhur restoranlarından biri olan Carnivore Restaurant’ta yedik. Carnivore Restaurant, mangalda ızgara av etleri ile ünlü bir mekan.. Sığır, koyun ve tavuk etinin yanında devekuşu, timsah gibi av hayvanlarını da  tatma şansı bulduk.  Geniş bir bahçede, yerel müzik ve danslar eşliğinde peş peşe servis edilen değişik et ürünlerinin tadı damağımızda, ertesi sabah Nairobi’den ayrılmak üzere Saravo Stanley’e otelimize döndük..

 

Ruhum Kenya’da kaldı…

 

****
Çiğdem Erkoç’un Gezi Yazıları’nın gelecek konusu: Balear Adaları ve Sardegna
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.