İskender Giray: İstanbul şakaya gelmez, hazırlıksızsan yutuverir. Ruhunu hissederek yaşamak esas olmalı, aksi halde geriye şu an sadece beton yığını ve kaos kalır..

0 351

İlk kez  Moda Caddesi üzerindeki “Ağaca Ağıt” heykeliyle dikkatimi çekmişti.. Sonra yan sokağımdaki atölyesini keşfettim. Daha sonra da gazeteci Nuh Köklü anısına yaptığı heykeli..  

Sanatçının düşündürenini severim. İnsanları şaşırtmayı başarmaları, algılarını zorlamaları bei mutlu eder.


İskender Giray yaptığı sokak heykelleriyle bu misyonu taammüden yüklenmiş bir sanatçı. Demir ve metal borulara sözünü geçirebiliyor olması fizik mühendisi olmasından da kaynaklanıyordur belki ama İskender Giray’ın elinde can buldukları bir gerçek.


Ne zamandan beri heykel çalışıyorsunuz?
8 yıldır tam zamanlı olarak diyebiliriz… Öncesinde de tatile çamur götürüp, insanlar denize girerken, kaldığım bungalovun önünde tatil boyunca figür çalışmışlığım vardır veya bir bıçak, biraz ip ve sazlıklarla, yine insanlar suda oynarken tatilimi geçirmişliğim…


Heykellerinizin değişim ve gelişimini kendi gözünüzden değerlendirebilir misiniz?

Biraz zor bir soru bu. Mutlaka gelişiyorum, çalışan herkesin geliştiği gibi. Bu gelişim sırasında da mutlaka değişiyorumdur hem içsel hem de iş anlamında. Sürekli, yenisini denemek gibi doymaz bir istek var içimde. Tekrarlamaktan hoşlanmasam da malzemede ve teknikte, tekrarsız gelişim olmuyor. Tekrarı malzemede ve teknikte bırakmaya, sanatımdan uzak tutmaya gayret ediyorum. Hiç bir zaman tamam “ben oldum” diyemeyeceğim bir daldayım ki aslında öyle denebilecek bir hayat olmaması gerektiğine inanıyorum. “Yeterince geliştim” dendiği gün gelişmeyi bırakır zaten insan. Dolayısıyla, eksiklerime konsantre olmaya çalışıyorum. Bu bağlamda da gelişimimi gözlemlemeyi ve yorumlamayı, beni sevenlere (aileme, arkadaşlarıma) ve işlerimi takip edenlere bırakıyorum:). 

 

İlham kaynaklarınız ve malzeme kullanımınızdan bahseder misiniz?

Ben işin biraz karanlık tarafındayım. Anlatma arzum o yönde çalışıyor. Zaten çocukluğum dahil, biraz pesimistimdir. Çocukluk fotoğraflarımın büyük kısmında gülmüyorum, çok ciddi bir ifadem var.  Ama mutsuz bir çocukluk değildi benimki.. Ablam gülüyor mesela. Bu arada gülmeyi çok severim ve çok da gülerim. Sadece içgüdüsel olarak sonuçların üzerindeki menfi etkenleri saptamaya çalışıyorum.  Bu durum içime eleştiri isteğini de getiriyor. Bu isteği de iş yaparak doyuruyorum. İnişi yaşayıp çıkışı işimle sağlıyorum. Malzemeyi sadece işin duygusuna göre seçiyorum demek isterdim fakat işin bütçesine göre de değişiyor. Ama metal ağırlıklı çalıştığım kesin.  

Bu konuda daha önce böyle bir soruya verdiğim cevabı tekrarlayacağım.. Metaller ağır elementlerdir.  Yıldızlar kütle çekimiyle merkezlerine doğru kendilerini sıkıştırır. Çok sıkışıp içindeki küçük atomları birleştirerek daha büyük bir atom türetir. Bu şekilde enerji üretirler ve yine bir kısmını aynı sürecin tekrarı için kullanırlar. Bu zincir birleştiremeyeceği büyüklükte atomlar oluşuncaya kadar sürer. Güneş, dünyada bulunan ağır element yüzdesine ulaşamadan sönecek. Yani o demirler, bakırlar, altınlar, bizden çook önce güneşten çok daha büyük bir yıldızda oluştular… Çok yaşlılar, milyarlarca yıl yaşındalar… Bizden sonra da dönüşümde kalacaklar. Biz de içimizde bu elementleri barındırırız. Dolayısıyla biz de aynı dönüşümün daha kısa süreli uğrak noktalarıyız…  Onlar bizim temel parçalarımızdan, yani biziz… Dolayısıyla bizde duygu olarak da karşılıkları var…
 
Sokaklar heykellerinizle ne zamandan beri ve ilk nasıl tanıştı?
Sokağa ufak çaplı resim denemelerim oldu fakat “Ekmekçi Berkin’i Arıyor” sokağa bıraktığım ilk heykeldi. Kısaca içimdeki anlatma ve gördüğüm boşluğu, oraya zaten kafamda yerleştirdiğim işle buluşturma arzusuna yenik düşmem sonucu oldu. Yani bir çeşit evindeki duvarı, boş alanı süsleme güdüsüyle yapıyorum..  fakat genelde anlatma,  fikrimi söyleme gibi kaygılar barındırıyor. 
 
Sokak heykellerinize gelen tepkilerden bahseder misiniz?
Tabii ki toplumdaki çeşitlilik yorumlara da yansıyor, Bir kısım bu işi maddi çıkar olmadan yaptığıma inanmak istemiyor mesela:) Bir kısmı yobaz, bir kısmı küçümser, bir kısmı zaten saldırgan. Ama Kadıköy halkının geneli seviyor. Ben de bundan mutluluk duyuyorum tabii.
 
Günümüz sanatını 10 yıl öncesiyle karşılaştırdığımızda sizce hangi büyük değişimler yaşandı?
Gün geçtikce hızlanıyor bilgi akışı fakat 10 yıl önce geçmişe göre yeterince hızlıydı. Türkiye için konuşuyorsak, özgürlükler, sansürler ve baskılar anlamında hızlı bir kötüye gidiş var diye düşünüyorum… Eskiden de iyi değildi zaten ama giderek kötüleşiyor. Zihinler bu bilgi akışında açılacağına korkup kapanıyor. Hala heykelin anlamından bağımsız, hayvanların cinsel organları, kadın heykellerin göğüsleri konuşuluyor. Heykelin hassas bir parçası varsa ertesi gün yok oluyor, kırılıyor. bütün bunlara rağmen dayanan heykellerin de bir kısmı otoriteler tarafından kişisel zevkler doğrultusunda yıkılmadıysa, orada duruyor. Ama i,ş kapalı kapılar ardında galerilerde bir sektör olarak akmaya devam ediyor. Onların da tabii mahalle tarafından basılma, bıçaklanma veya ideolojisi yüzünden tutuklanma ihtimali ayrı. Böyle bir ortamda hayatta kalmaya ve özgür düşünüp eleştirmeye çalışıyor sanatçı. Genç sanatçılarda en büyük değişim direnmeyi öğrenmek oldu diye düşünüyorum… 
 
Fakat sorunuz daha genel bir soru sanırım. yine bu bilgi akışında inanılmaz bir tüketim doğuyor. Eserleri canlı izlemek yerini hepimizin bildiği gibi sanal ortamda izlemeye bıraktı. Artık heykeller, resimler önümüze tek tek de gelmiyor. 15’li 20’li gruplar halinde bakıp paylaşıp bırakıyoruz. Bu hız üretime de yansıyor. Dolayısıyla işler hızlı yapılıyor. Zaman artık çok daha pahalı. Disiplinlerden, akımlardan bahsetmek zor, her şey birbirine geçmiş durumda. Tarih müthiş eserlerle dolu. artık bizim nesillerimiz güzel melezler çıkarmaya uğraşıyor bence…

 


Beğendiğiniz, etkilendiğiniz, takip ettiğiniz sanatçılar kimlerdir?

Gehard Demetz, Patricia Piccinini, Thea Jansen sevdiğim heykeltraşlardan, takip etmeye de çalışıyorum. Fakat şunu da söylemeliyim ki iyi bir sanat izleyicisi veya takipçisi değilim. Çoğu zaman çalışırım ve sergileri de bu süreçte kaçırırım. 
 
Sanat ve sanatçı tarifinizi alabilir miyim?
En basit şekliyle, sanat, üretimin veya performansın sonucunda karşı tarafta duygusal anlamda bir iniş çıkış yaratabilmeli, sanatçı da bu işi dürüstçe ve safca kendi iniş çıkışlarından sağladığı devinimle yapmalı. Yani özetle bence sanat duygusal iletişim işidir. Çıplak, maskesiz yapılanı makbuldür.

Mutluluk ve sanatı nasıl ilişkilendirebilirsiniz?
İngilizce “What is bad for your heart is good for your art” diye bir söz var. benim tarafımdan bakınca tam da budur:) Kaldı ki çok mutluysam zaten çalışmak istemem, mutluluğu yaşamak isterim. Zaten” çok mutlu olmak” bir farklı bilinç halidir ve etkisi geçicidir. Bu etkiye ulaşmak için bu işi yapıyorum. Yani zaten çalışmak benim için bir mutluluk arayışı. Ama işimde konu olarak mutluluk kavramı üzerinden pek gitmiyorum. Eleştirel işler yapmaktan hoşlanıyorum. Bakan kişide mutluluk yaratmak tabii ki beni mutlu eder o ayrı:)

İstanbul’u 5 duyunuzla tanımlamanızı rica etsem…
İstanbul birçok büyük sanatçı tarafından anlatılmış. Şiirlere konu olmuş. İçinde taşıdığı ruhu faketmemek imkansız! Bunca güzel tasvirin arasında ne desem yavan kalır. Tutkularımdan biri oldu çok küçük yaşımdan beri. Küçükken büyüklüğü korkuturdu. Biraz da korkmak lazım.. Şakaya da gelmez, hazırlıksızsan yutuverir. Ruhunu hissederek yaşamak esas olmalı aksi halde geriye şu an sadece beton yığını ve kaos kalır. Ben yaka değiştirirken vapur tercih ederim. Yollardan sahili. 

Beşiktaş Çarşı’da, Kadıköy Rıhtım’da rakı içmek lazım tabii. Kışın soğukta, vapurun kıçında çay sigara yaparken puslu havada martı izlemek. İstanbulda olduğum için şanslı hissettiren anlardan… ama betona gömmeye devam ediyoruz. korumuyoruz. yok ediyoruz. şehrimizi siliyoruz. Gelişmişlik AVM sanıyoruz. Her boşluğu her yeşili yok ediyoruz! Tek kaygısı para olan bir topluma dönüşüyoruz… 

İstanbul için bir hayal projeniz var mı?
Bir cumhuriyet saati projem var ama anlatması biraz zor. Bir prototip yapmayı planlıyorum. Dev bir saat kulesi. Tamamen mekanik fakat klasik değil. Üzerinde belli açılardan nefes alıp veren insan figürünün belireceği kinetik (hareketli)  bir heykel. Açık mekanik parçaların topluma, toplumdaki vandalların da heykele zarar vermemesi için bir kulenin üzerinde durması gerekiyor. İlanından bu yana geçen zamanı sayacak bir saat. 
 
Ayrıca tüm apartmanların çatısını, güneş panelleriyle kaplayıp, tüm kaldırımları ve yolları, hem kinetik enerjiyi hem de güneş enerjisini elektiriğe çeviren yol kaplamasıyla döşeyerek %100 yeşil enerjiyle yaşayan ilk şehir yapmak gibi bir çılgın projem var ama herhalde izin çıkmaz:)
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.