Devabil Kara: “Genç sanatçılar iki seçenek arasında bırakılmıştır: Ya bu eğlence cemaati içinde yer alacak, ruhlarını satarak sanatçı olacaklar ya da sorgulayarak bunun dışında kalacaklar…”

0 694

 

Devabil Kara, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
Resim Bölümü öğretim üyesi. Fotoğraf: Adil Gültekin
Devabil Kara’yla Moda’daki atölyesindeki sohbetlerimizi  severim… Öğretim üyesi refleksiyle hep öğretici olmuştur benim için:
“Sanattan anlamak” ya da “sanattan anlamamak” daha çok bilmekle mi, hissetmekle mi ilintili?
Sanatı anlamak kadar duyumsamak, hissetmek de önemlidir.  Anlam ortadan kaldırıldığında, düşünce etkinliği yalnızca biçim etkinliğine terk edilmiş  olur. Sanat yalnızca biçim oluşturan bir düşünce etkinliği değil, daha da ötesidir. Diğer düşün alanlarından  eylem farkıyla, nesnelliği ile  ayrılır. Anlam sanat eserinin kendisidir.  Ancak,  anlam ile sanatın işlediği konuyu karıştırmamak gerekir. Konu tek başına bir yapıtı ifade etmez, sanatçı tarafından işlenerek, sanatçı duyarlılığının katılımıyla anlam kazanır. Sanatı dil aracılığıyla anlamlandırmak ise onu dil aracılığı ile anlamlar dünyasına hapsetmek demektir. Zaman içerisinde dil, sanat nesnesinin kendisi olmuş, hatta sanat önermesi olarak varlık bulmuştur. Düşüncenin boyutlarına ulaşmanın yanısıra nesneler dünyasının kaotik yapısını çözümlememize de yardımcıdır. Bugünün sanatında dil aracılığıyla anlam çoğaltılarak sanatın özerk varlığı yitirilmektedir. Sanatı dilselleştirip bir iletişim haline getirirseniz spekülasyon ve reklam malzemesi olarak sıradanlaştırırsınız. Sanatçı için belki de en önemli görev, anlaşmamıza ve anlatmamıza olanak tanıyan dil  kavramından yola çıkarak algı dünyamızı sorgulamaktır. O zaman dilin söyleyemediklerini sanat eseri söyleyecektir.

Bir serginizde duvarlara da müdahele ettiğinizi hatırlıyorum, sizi harekete geçiren fikir neydi?
“Dilin Söyleyemedikleri” sergi projesinin çıkış noktası, iz, bellek, geçmiş ve geçmişin geleceği şekillendirmesi üzerinden bir sanat dili oluşturma düşüncesi idi. 
Valide-i Atik Külliyesi, 500 yıllık bir Mimar Sinan eseri… barındırdığı üstün estetik anlayışın yanı sıra yüzlerce yıllık yaşamındaki çok katmanlı izlerle günümüze ulaşmış bir yapı. Duvarlara, geçmişin izleri üzerine yeni imgeler çizerek binanın belleğine müdahale ettim. Bu imgeler, bir iz olarak geçmişin dokusu ile buluşarak mekânın belleğinde, eskiden var olan bir bütünün, biçimin, yeni bir bütüne, biçime dönüşmesi olarak gerçekleşti. “Dilin söyleyemedikleri” Sergisi bu mekânın izlerine yeni izler ekleyerek mekânın belleğini genişletmiş ve yeni bir bütün oluşumu sağlamış oldu. Serginin ikinci durağı Türk çağdaş sanatının önemli izlerini taşıyan PG Art Gallery idi. Geçmişin belleğine bırakılan izleri galeri duvarına çizip mekânın belleğinde yeni bir alan açmaktı amacım. Sergi PGArt Space’e geçtiğinde ise, günümüz yaşam teknolojisinin örneklerini barındıran bu ortama uygun bir iz bırakmayı amaçladığım için bu galerinin duvarına da neon imgeler çizmeyi uygun buldum. Mekânın dokusuna uygun iz bırakma yolculuğu böyle devam etti…
Bu projede uyandırmak istediğiniz düşünce ne idi?
Valide-i Atik Külliyesi’nde Toptaşı Cezaevi’nin ıssız koridorlarının ucunda karanlık ve nemli bir odanın duvarlarına resimlerimdeki imgeleri kazıyarak geçmişe dair kodlara, bugünün referanslarını ilave ederek geleceğin söylemini oluşturmaya katkıda bulundum. Böylece yaşlı cezaevinin duvarlarındaki her leke, her iz yapıtın bir parçası olarak değer kazanmış oldu. İşaretlenmiş duvarlarıyla cezaevi, galerinin bilinçdışı gibi. Belki de hiç göremeyeceksiniz, ama sergideki imgelerin kaynağı, anıların deposu, yapıtın çekirdeği bu küçücük odaydı. Tarihsel belleğin güncele ve geleceğe aktarılması olarak tanımlayacağım bu yolculukta bıraktığım izler, mekânların geçmiş referanslarıyla buluşarak yeni söylemler oluşturuyor. Günümüz dünyasında yaşamak için çok hızlı ve koşullu hareket etmek gerekiyor. Çoğu zaman durup nereden gelip nereye doğru hareket ettiğimizi sağlıklı olarak değerlendirmeye vaktimiz olmuyor. Zamana, koşullara yetişmek için hep ileri doğru düşünmek zorunda kalıyoruz. Oysa arada sırada da olsa durup geçmişi ve yaşanan anı değerlendirmek, belleğimizde doğru yere oturtmak gereklidir. Geçmişin belleği doğru kodlanmadığında geleceğin koşulları doğru şekillendirilemiyor. Mekân bellekleri üzerinden ulaşmak istediğim aslında her izleyicinin kendi belleğini tekrar oluşturmasına farklı bir fırsat yaratmaktı.

Sanatçı olarak nerelerden besleniyorsunuz? Sanatsal üretimlerinizde temel belirleyenler nelerdir?
Pek çok sanatçı gibi yaşamın kendisinden besleniyorum. Yaşadığım hayatı, zamanı, ortamı, şehir yaşamında uzak kaldığım(ız) ve anlamını unuttuğum(uz) doğayı, onunla olan ilişkimizi sorguluyorum. Ve bir sanatçı olarak elbette tekrar ederek sanatı sorguluyorum. Görsellik, görsel algı, gözün gördüğü, nasıl gördüğü, gördüğü şeyin ve görme şeklinin insan düşüncesini, psikolojisini nasıl etkilediğini merak ediyorum. Farklı bakış açıları bulmaya çalışıyorum. Görme ve düşünme sürecim, kendi gördüklerim ve bunlardan dolayı hissedip düşündüklerim üzerine sanatımı kurguluyorum. Kişilik olarak genelden özele doğru yönelen bir yapım var. Bu yüzden insanları tümden etkileyen, değiştiren, bizi eğip büküp yeniden şekillendiren şeyler; mekân gibi, zaman gibi, doğa gibi genel kavramlardan yola çıkıyor kendi özelimde bu konuları şekillendirip, nesnelleştiriyorum.
Eleştirinin  sanatçıya katkısı nedir?
Eleştiri kavramı, batı ve doğu kültür alanlarında farklı kullanılmıştır. Doğu toplumlarında eleştiri, elemek, kusurunu ortaya çıkarmak, karalamak gibi olumsuzluklar içeriyor kanımca. Batı dünyasında eleştiri, eksikleri gösterebilmek, yardımcı olmak için kullanılan bir kavram. Eleştiriden rahatsız olmamalı… Başarı için gerekli. Öğrenme de sürekli eleştiri ile oluyor. Önce kendimizi eleştirmeliyiz, eleştiriden anlaşılması gereken, sanat eserinin yargılanması değil sanat eseri aracılığıyla sanatçının hakikatinin  ortaya çıkarılmasıdır. Ne yazık ki günümüzde eleştiri, dil aracılığı ile sanat eserlerini anlamlar dünyasına hapsetmekle kalmayıp onu bir iletişim sanatına dönüştürmektedir. Akılcılığın uzağında, dil performansı ile sanatta otorite oluşturulmaya çalışılmaktadır.  Dile  dayanarak sanatta güç oluşturma bir meziyet (aldatmaca) olarak görülmektedir. Dil aracılığı ile bilgi estetize edilerek adeta yapıtın yerini almaktadır.  

 

Sanatçı duyarlılığı kavramı sizin için ne ifade ediyor?
Gregory Petrov’a göre “Sanatçı yaşamın ta kendisidir ve başka varlıklara oranla, zamanın ruhsal dalgalanmalarını daha özlü, daha dokunaklı ve daha güçlü duyan kişidir”. Sanat, yaşam ve eylemlere ilişkin üretimleriyle, inanç düzeyinde yer alan din, ahlak ve düşünce gibi toplumu oluşturan üst kurumlarla kurduğu ilişkilerdeki etkinliğiyle toplumsal değişimlerde aktif  rol oynamıştır. Bunun kaynağı sanatçı duyarlılığında yatmaktadır. Sanatçı, duygu ve coşkularını yapıtlarında yansıtırken içinde yaşadığı ve kendini oluşturduğu toplumun önsel verilerini, birikimlerini, göstergelerini yansıtır. Bu, Maksim Gorki’nin, sanat ürününün toplumun ortaklaşa yaratısı olduğu düşüncesini haklı çıkarır. Sanatçının yaratıcı gücünü tetikleyen toplumsal etmenler sanatçının üretimiyle bireysel kaygıları, farkına varılmayanları, toplumsal sorunları, çıkmazları ortaya koyup insanların paylaşımına açar. 

17. yy Hollanda’sının muhalif sanatçısı Rembrant, çağının burjuva toplumunda sinsice planlanan haksızlıkları, patlak veren çelişkileri görmüş ve resmine aktarmıştır. O, çizdiği desenleriyle, yaşlıların, çalıştırılmaktan mahvolmuş köylülerin, yoksul annelerin, harap kulübelerin, kısaca bütün ruhuyla kattığı acılı bir insanlığın görüntülerine tanıklık etmiştir. Günümüzde bu duyarlılığı Kolombiyalı sanatçı Fernando Botero’da görebiliriz. Botero, Irak’ın İşgal edilmesi sonucu Abu Garip Hapishanesi’nde Amerikalı askerlerin Iraklı tutuklulara yaptıkları işkenceyi konu alan bir dizi resim yapmıştır. Botero, 2004 yılında tamamlanan bu resimleri Amerika’daki herhangi bir müzeden davet almadıkça sergilemeyeceğini söylemiştir. “Bu resimleri hiçbir ticari amaç gütmeden yaptım. İnsanların çektiği acıların, karşı karşıya kaldıkları aşağılanmaların üzerinden para kazanmayı düşünemem. Bu resimleri bazı kişilerin özel koleksiyonunda oturma odasına asılsın diye yapmadım, bu resimler müzelerde sergilenmeli ve insanlık ayıbının unutulmasına olanak vermemeliler” der Botero. 
Eğer Picasso “Guarnica”’yı yapmamış olsaydı, bu küçük İspanyol kasabasında masum insanların maruz kaldıkları şiddet, tarihin sayfalarında unutulup gidecekti… 
Bütün bu bahsettiklerim sanatçının toplumsal olaylar karşısındaki duyarlılıklarını göstermektedir. Bugün sanatçı aynı duyarlılıkla yaşamı sorgulamaktadır. Ancak; geçmişte olduğundan daha farklı olarak kültürün, ekonomi ve siyasi açıdan önemini kavrayan sermaye sahipleri kentlere sermaye desteği vererek kültür ve sanat kenti olarak popülerleştirdikleri bu mekanları uluslararası bir ekonomik arena haline getirmişlerdir. Festival ve Bienallere yatırım yaparak prestijlerini artırmaya çalışan sponsor şirketler, basın ve yayın organlarını da kullanarak isimlerini kültürle özleştirmeye çalışmaktadırlar. Böyle bir ortamda küresel sermayenin desteğini alan ve bir “cemaat” karakteri ile hareket eden yeni oluşumlar, kültür-sanata akan paradan pay alabilmek için taraflı ve güdümlü projeler üretmektedirler. Sanatçılar iki seçenek arasında bırakılmıştır. Ya bu “eğlence cemaati” içerisinde yer alıp “ruhlarını satarak sanatçı” olacaklar veya sorgulayarak bunun dışında kalacaklar… 
 
“Çaresizliğin Gösterişli İlişkiler Sarmalı ile Kutsanması”
neon çalışma, 600 x 400 cm,
Genç sanatçıların karşılaşacakları sorunlar, başarmaları için izlemeleri gereken yol nedir?
Güncel sanatın temsilcileri olan genç sanatçıları deneyimci, eğlenceli, birliği bozan, ironik, zeki, alegorik, kırılgan, nazik olarak tanımlayabilirim. Ancak bakalım durum böyle mi? Bilginin melezleştiği, imgenin ve formun tanımsızlaştığı, her nesnenin sanat nesnesi olarak içkinleştiği günümüzde, tüm disiplinlerin birlikte kullanılmasına izin verildiği hatta disiplin dışı diyeceğimiz çalışmalarda, imgeler ve anlamlar, içiçe geçmişin tanımsızlığına doğru gitmektedir. Tüm bu belirsizlik içerisinde güncel sanatçılar daha avangard görünmek için belli formülleri kullanarak gittikçe birbirine benzeyen işler ortaya çıkarmaktadırlar. Sanat ortamına hızla eklenen bu işlerin, nitelik sorununu tartışmaya açması gerekirken, böyle bir tartışma ortamı oluşturulmamıştır. Bir tür “eğlence kültürü” yaratılmıştır. Sanatın sınırlarının bu kadar bulanıklaştığı bir ortamda genç sanatçılar için nitelikli sanat eseri denilecek işler üretmelerini beklemek oldukça zordur. 

Umberto Eco’nun sanat tanımına göre, sanat eseri ortaya konulduğunda sanatçısından büyük ölçüde bağımsızlaşır, izleyici ile her buluşmada yeniden üretilerek bir kültür öğesi olarak yerini alır. Oysa günümüzde sanat eseri iddiasıyla üretilen çoğu iş karşısında estetik reaksiyon göstermenin ötesinde, sıradan ve duyumsal bir tepkide bulunmamız söz konusu bile değil. Yeni teknolojinin olanaklarını ve hazır bilgiyi devşirerek popüler olanın peşinden bilinçsizce koşan genç sanatçıları güncel olma adına destekler görünenler, bu sanatçılar için güvenilir olmayan bir ortam oluşturmaktadırlar. Küresel sermayeye direnmediği sürece, güncel sanat; paranın ve büyük sermayenin, dolayısıyla küratörlerin şemsiyesi altında bir gölge olarak kalacak, asla kendi dilini, dünyasını oluşturamayacaktır. 

Son yıllarda sermaye tarafından popülerleştirilen kentlerde, gerek büyük şirketlerin sanatçılara yaptıkları yatırımlar ve gerekse hızla sanatın müzadeyeleşmesi sanattan çok, özel kurumların ve sermayenin gövde gösterisine dönüşmüştür. Baudrillard’ın ifadesiyle sanat “müzayede nesnesi” olmuştur. Bir tarafı ile kültürün, ekonomi ve siyasi açıdan önemini kavrayan sermaye sahipleri, sermaye desteği vererek kültür ve sanat merkezi olarak popülerleştirdikleri kentleri, uluslararası bir ekonomik arena haline getirmiştir. Festival ve bienallere yatırım yaparak prestijlerini artırmaya çalışan sponsor şirketler, basın-yayın organlarını da kullanarak isimlerini kültürle özdeştirmeye çalışmaktadır. Günümüzde yeni müzeler açılması ve bunların  yıldızlaştırılma stratejileri beraberinde yeni sanatçı isimleri gündeme getirmiştir. Küresel şirketlerin desteğini alan bu kurumlar sanat üzerinden kendi isimlerini ön plana çıkarmaktadırlar. Bir “cemaat” karakteri ile hareket eden bu yeni oluşumlar kültür-sanata akan paradan pay alabilmek için taraflı ve güdümlü projeler üretmektedirler. Genç sanatçılar iki seçenek arasında bırakılmıştır. Ya bu “eğlence cemaati” içerisinde yer alacaklar, “ruhlarını satarak” sanatçı olacaklar, ya da sorgulayarak bunun dışında kalacaklar… 

Güncel sanat söylemlerini malzeme karakteri üzerine kuran bu cemaatler içinde yer alan sanatçılar tekrarladıkları imgeleri mizahla buluşturarak dijital ortamda karikatür yapadursunlar…  Sermaye tarafından bu derece kuşatılan bir sanat ortamında, paraya tahvil edilen sadece sanat eseridir; ama sanatçının yargısı olmadığı sürece,  “ruhunu satmadan” sanatçı olmayı başaran sanat üreticileri gelecekte bu ülkenin gerçek sanatçıları ve kültür üreticileri olarak anılacaklardır. Güncel sanatçılar özgün olma inançlarını kaybettikleri sürece yaratıcı olamayacaklardır.

 

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.