Çıplak Afrodit heykeli nerede? Datça Afroditi “Revisibility” projesi İle tekrar gündemde

0 110

Datça yarımadası; doğal güzelliği bir yana, batı ucunda Knidos antik şehri ve çıplak Afrodit heykeliyle anılır. Knidos, antik çağın günümüze kadar ulaşan en büyük nekropollerinden biridir. M.Ö. 4 yüzyılda, geç klasik dönemin felsefe, bilim, sanat parlayışları her yerdeydi. Dönemin en önemli heykeltıraşları arasında Skopas, Lysippos ve Praksiteles vardı. Tanrı ve tanrıçaların insansılaştırılmaya başladığı bir dönem. Baygın baygın bir kertenkeleye bakan Apollon, dans eden Menade, sandaletini bağlayan Hermes dönemin heykelleri arasında.

Praksiteles’in insansı tanrı ve tanrıça heykel sanatına kattığı, devrim nitelikli önemli özellikler bulunuyor. S duruşu, tek ayak üzerinde 2 metre yükseklikteki heykelleri dengede tutma tekniği gibi. Devrimsel önemli bir özellik ise Knidos Afroditi heykeli ile karşımıza çıkıyor. Sadece heykel sanatını değil tüm Antik Yunan düşünce ve inanç sistemini, ayrıca günümüze kadar gelen her türlü sanatı etkileyecek bir devrim: Çıplak bir tanrıça!

Tarihsel kayıtların farklı hikayeleri var. Aralardaki boşluklar, hikâyeseverler tarafından doldurulmuş. Şöyle anlatılıyor: Kos Yönetimi, Atina’da önemli bir heykel okulu sahibi Praksiteles’ten bir Afrodit heykeli sipariş eder. Praksiteles, çıplak bir Afrodit yapmaya karar verir. Ancak bunun riskli olabileceğini bilmektedir. O yüzden biri giyinik, biri çıplak iki heykel yapar.  İki heykel bitene kadar bundan kimsenin haberi olmaz. Heykelleri gören Kos yönetimi, “Bunu biz halkımıza kabul ettiremeyiz” der. Bunun üzerine giyinik olan heykel Kos’a gider. Peki ama çıplak Afrodit nasıl olmuştur da Knidos’a gelmiştir?  Heykele modellik ettiği ileri sürülen Phyrene’nin bu işle bir ilgisi var mıydı? Yoksa Praksiteles, Efes heykelleri için çalışırken Knidoslular ile bir iletişim ve ilişkiye mi girmişti de çıplak Afrodit Knidos’ta mı yapılmıştı? Bu soruların cevaplarını henüz bilmiyoruz, belki de hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Bir şekilde Knidoslular’ın çıplak Afroditi büyük bir memnuniyetle kabul ettiklerini, sonradan başlarına gelen ekonomik sıkıntılara rağmen Afrodit heykelinden asla vazgeçmediklerini biliyoruz. Kesinlikle Knidos’ta olduğunu da biliyoruz. En az 500-600 yıl buradaydı. Adına bastırılan sikkeler, tarihçilerin ve seyyahların notları, şenlikler ve festivalller, çeşitli ritüellerden kalan izler bunu kanıtlıyor. Sonra nasıl kayboldu? Onu da bilmiyoruz. Deprem mi oldu, götürüldüğü sarayda yangın mı çıktı, yapı malzemesi olarak mı kullanıldı, denizin dibinde mi? Hatta Knidos antik kentinde yuvarlak tapınak olarak bilinen tapınak onun muydu? Nerede duruyordu? Bütün bu soruların yanıtı bir muamma, bir gizem ve büyük bir heyecan. Öyle bir heyecan ki gerçeği bilmek pek çok kişinin işine bile gelmiyor. Bu heyecanı yaşamak çok daha güzel…

Datça’da yaşayan heykeltıraş Elbruz Denge’nin Knidos Afrodit’inden ilhamla bir Afrodit yapacağını öğrendim. Datça Afroditi heykelinin yanı sıra Afrodit kültüne dair bir heykeller sergisi tasarlıyorlar. Sanatçı, ayrıca bir de film senaryosu almış kaleme. Projeyi oluşturan, yürüten Deniz Kırımsoy ve Heykeltıraş Elbruz Denge ile konuştum:

The ubiquity of Aphrodite, Elbruz Denge 2023, Mermer Yük: 19 cm. Foto: Cem Bal

Projenin adı ve yaratıcılarıyla başlamak istiyorum. Nasıl, ne zaman, kimlerle oluştu?

Elbruz: Projenin adı “Revisibility”. Deniz yarattı bu kelimeyi. Projeye de bize de ışık tuttu, tutmaya da devam ediyor. Yani “yeniden görünürlük”. Taze ve tazelenen bir kavrama dönüştü.

15 yıldır Knidos Afroditi’ne dair düşler biriktirip durdum. Deniz, içimdeki karmaşaya cesaretle ve özveriyle dokundu. Onun sayesinde projeye dönüşen düşler yola çıktı. Hayata dair pek çok şeyi içine alarak hacim kazanıyor.

Deniz: Elbruz’la tanıştığımda öğrendim Knidos Afroditi’ni yeniden yapmak istediğini. Bana yansıttıklarının içinde doğrudan kendimi buldum. Fikirlerin somutlaşması, elbet uzun bir gebelik süreci. Elbruz’un ortaya koymak istediği eserlerde bir saç telinin dahi nasıl duracağına karar vermek sancılı bir süreç olabiliyor. Kaldı ki fikirsel olgunlaşma süreci. Her gün gündemli buluşmalar yapmaya başladık. Arıyorduk. Neyi, neleri? Bu tam olarak belli değildi. Ama bulduğumuz zaman tam da onu aradığımızı biliyorduk. Hem sanatsal, hem düşünsel hem de projenin nasıl yürümesi gerektiğine dair ayrıntıları tasarladıkça aradığımız parçalar, yerine oturdu. 6-7 ay sürdü projenin olgunlaşması. Hedef cümlesini hâlâ bulamamıştık. Dilimize gelen pek çok cümleyi buruşturup çöpe atıyorduk. Sonra “görmek” eylemine takıldık. Kadının da erkeğin de görmesini arzu ettiklerimiz, Türkiye’nin, dünyanın Datça’ya ve Knidos’a baktığında görmesini istediklerimiz…

“Göz” tüm anlamları ve bağlantıları ile önemliydi. Görmek ve anlamak arasındaki ilişki de öyle… Anlamak söz konusu olunca kulak, burun, dokunma da dahil oldu anlama sürecine. Buna paralel olarak görmek, görülmek, görünmek, göstermek, saklanmak, karartılmak, ışıksızlık, karanlık, aydınlatmak, aydınlanmak gibi bir dizi kavram daha eklemlendi buna. “Görünmek” bir yandan elzem, bir yandan çağımızın hastalığı gibi geldi. Görünmemesi gereken pek çok şey görünüyor, görünmesi gerekenler ise kayboluyor da dedik. “vizibilite” adıyla bilinen, kurumların ve kişilerin kendilerini tanıtma taklalarına takıldık. Böylece bu kelimenin başına bir “re” geldi, yani yeniden, tekrar.  Araştırmaya başladım. “Revisibility” kelimesinin İngiliz dilinde var olmadığını gördüm ve çok şaşırdım. İngiliz, Fransız ve Alman dil ustalarıyla tartıştım. Bizim ekşi sözlük türü yerlere baktım Batı dillerinde. Revisibility böyle doğdu.

Uzun uzun sadece adını anlattım ya, sanırım derdimizi de en iyi anlatan bu olduğu için. Elbruz, Knidos Afroditi ile kadına dair görünmeyen değerleri barındıran cümlelerini ifade etmek istiyordu sanatıyla. Ben de kendi çalışmalarımda benzer kaygılar güdüyordum. Revisibility, Datça ve Knidos’ta başta kadın olmak üzere görünmeyen değerleri görünür kılmaya katkı sağlayacaktı. Hedef cümlemizi bulmuştuk.

Kısaca bir aşk hikayesiyle dahil oldum Elbruz’un Projesine. O, özveriyle diyor benim katılımıma. Bence özveri değil. Kendi işimi yapıyorum ben. Ardından ekiplerimizi kurmaya başladık. İnanılmazdı. Çalışmayı anlattığımız ve aramıza dahil olanlar, dostlar diyeceğim kendilerine, proje fikrini genişletip derinleştirdiler. Her biri biraz daha aşk kattı sürece desem, çok mu romantik kaçar? Kaçarsa da yanlış kaçmış diyeceğim. Bu dönemde şunu fark ettim: Elbruz’un fikrinden doğan proje bir anlamda önce benim projem oldu, aramıza dostlar katıldıkça da ekibimizin projesi oldu. Tam anlamıyla harekete geçmemiz bir yıl sürdü. Bu süreçte de gördük ki, proje aslında ‘insan’ın. İşte, “parçası ol” fikri de öyle gelişti. Mali kaynaklar mı? Şimdilik yakın çevremiz Afrodit heykelinin parçası olmak istedi. Sağolsunlar.

Heykeltraş Elbruz Denge

Projenin bacaklarından bahseder misiniz? Kapsayıcılığı nerelere uzatılabilir?

Elbruz: Projenin tam ortasında Datça Afroditi heykeli var. Aşk, irademiz dışında içimize düşüyor. Bütün hislerimizi başkalaştırıyor. Sonsuz uzayı doldurabilecek coşkunluklar üretmemizi sağlıyor. Knidos Afroditi aşkın heykeli. Sonsuz sayıda sanat eseri aşkı anlatmaya çabalıyor. Sadece onu yeniden yaparak biriktirdiklerimi anlatamayacağıma kani oldum. Bir de heykel sergisi düşledim yanı sıra. O da yetmedi. Bir film senaryosu kaleme almaya başladım. Kapsayıcılığı? Aşkı önemseyenlerle sınırlı.

Deniz: Knidos Afroditi diyince elbette Knidos da giriyor kapsama. Bu antik kent, zamanında o kadar değer üretmiş ve görünmüyor. Herkes öneminden haberdar, kimse burayı anlamayla ilgili değil. Ben şaşkınlığımı hâlâ atamıyorum bu konuda. Bilim, felsefe, sanat zirvede Knidos yaşamında. Yaşam biçiminden bugüne kalanlar da çok. Bunlar da görünmüyor. Ege kültürü, bir anlamda adalılık kültürü Datçalıyı farklı kılmış, ama Knidos’un da buna katkısı az değil. Herkes gibi üzülüyorum bir yandan da.

Datça, vahşi turizm ve vahşi yapılaşmanın elinde yok oluyor. Doğal dokusu, sosyal dokusu yok oluyor. Turizme ve yapılaşmaya karşı değilim. Ancak bunu yapmanın biraz da ahlaki, etik, uyumlu yöntemleri var. Bunlar da görünmüyor. Bu konularda da kar suyu kaçırmak istedim açıkçası insanların kulağına. Revisibility’nin çıktılarının bu sürece katkı sağlamasını sadece umabiliyorum. Umut, bir duygu değil, bir eylemdir bence.

Tüm bunlar için projenin tanıtım faaliyetlerini kültürel projelerle çevreledik. Mesela “Symposia Dadia” bir halk şenliğinin gerçekleşmesine zemin hazırlamak istiyor. Ayrıca Knidos Afroditi odaklı üç sempozyum düzenleyecek. Uydu proje adını verdiğimiz bu çalışmalara hibe arayışına giriyoruz. Symposia Dadia AB tarafından desteklenen CultureCIVIC’ten hibe almaya hak kazandı mesela. Daha başka projelerimiz de var. Onlar da hazır ve kendi kaderlerini yaşamak için sıralarını bekliyorlar.

Sanat’ın dili ve gücü, hedeflediğimiz açılımlara zemin hazırlamaya yeterli olabilir. Elbette katılım olduğu müddetçe. Bu açıdan bakıldığında projenin kapsayıcılığı tüm evren de olabilir, parmakla sayılabilecek birkaç insan da. Elbruz’un az önce dediği gibi, Datça Afroditi çalışması aşkı önemseyenlerle sınırlı.

Nasıl bir sonuç alacağınızı düşünüyorsunuz? 

Elbruz: Heykelin bitmesi beni memnun edecek. Çocukça safça beklentilerim de var. Ama bunları şimdi paylaşmayı düşünmüyorum.

Deniz: Karahindiba çiçeğinin tohumlarının uçmasını sağlayabilecek bir rüzgar olsun yeterli. İçinde bulunduğumuz yaşam biçimi, gerçeklerin bile dakikada tüketilip atılmasına sebep oluyor. Bizim işimiz hafif de olsa o rüzgarı yaratmak. Yapabilir miyiz bilmiyorum. Göreceğiz.

Projenin duyurulması ve desteklenmesi için ne gibi etkinlikler planladınız? 

Elbruz: Deniz planladı, ben az itiraz ederek katıldım.

Deniz: Planlama kolaydı nispeten. Uygulama çok zordu. Tüm tanıtım sistemleri fincan ya da hizmet satmaya göre kurulmuş. Bir web sayfası açtık, bağlı sosyal medya hesapları da var. Ama dedim ya, anlatmak çok zor. Ne aşk, ne kadın, ne Knidos, ne Datça, kelimelerin yan yana gelmesiyle anlatılabilecek gibi bizim nezdimizde. Bunu söylerken bile çekiniyorum. Eyvah diyorum, bu cümleyle bunların hepsini ulvileştirdiğim sanılacak. İlgisi yok. Öyle değerler var ki, bunları birlikte gündeme taşımalıyız ki kirlenmemiş kavramlarla düşünmeye devam edebilelim demeye çalışıyorum. Bu sefer de çok üst bir dil kullanmış oluyorum. Bu cümleyle ne demek istediğimi anlatmak için dahi çok uzun bir metin hazırlamam gerekiyor. Varsayalım hazırladım. Bu ‘benim’ metnim olacak. Parmak sallayan, bu şudur diyen. Halbuki beklediğim tek şey bu metnin ister sanatsal, ister kültürel, ister sohbet şeklinde pek çok kişi ile birlikte oluşturulması. Kendi beynimin dünyayı anlamaya yetmediğinin bir süredir farkındayım.

Sosyal medya. Anlık tüketimle bir anda çarçur oluyor. Nasıl anlatayım orada? Çekici renkler kullanmam gerekiyormuş. Dedim olmaz. Fazla yazamazmışım. Ben 68’liyim. Nasıl olacak löp diye tüketilen videocuklar? Bir yandan boomer gibi diğer yandan hapiste gibi hissettiğim çok oldu kendimi.

Aşkı önemseyenler demiştik az önce Elbruz’la. Hedef kitle bu. Nasıl ulaşacaksınız? Reklam planlamasını nasıl yapacaksınız?

Basınla da ilişki kurmaya çalıştık. Pek olmadı. Sebepleri karmaşık. Bir tanıtım toplantısı düzenledik. Elbruz aklından geçenleri paylaştı. Ardından “The Ubiquity of Aphrodite” heykelini Space X’e gönderdik. Mars’ta yeni yaşam kurmayı hedefleyen insana “aşksız olmaz” demek için. Proje özeti budur aslında.

Deniz Kırımsoy Fotoğraf:Piray Kararer

Projenin destekleyicileri kimler?

Deniz: Kurumsal bir destekleyicisi şimdilik yok. Aşkı önemseyenleri arıyoruz. Az önce dediğim gibi buraya kadar kendi kaynaklarımızla ve yakın çevremizin desteği ile geldik. Şu anda ise Revisibility, mali kaynaklarını yaratmak için başka melek yatırımcılar ve kültür-sanat fonları arıyor.

En büyük itici gücünüz neydi?

Elbruz: Aşkı önemsemek.

Deniz: Kesinlikle aşk. Bunu böyle tek kelimeyle ifade etmek “boş” bir şey söylemişim duygusu uyandırtıyor. Pek çok kavram gibi aşk kavramı da kirletilmiş bir kavram. Dile getirdiğimde insanlar genellikle çok çeşitli gülümseme biçimleriyle, bazen de bir küçümseme tutumuyla karşılıyorlar beni. Ben aşktan başka bir kastediyorum. Bunu kelimelere dökmek çok zor. Kesinlikle anlatamayacağım. Elbruz’un ortaya koyacağı eserlerle ifadesini bulabileceğine inanıyorum. Aşkın ne olduğunu ifade edemesem de nasıl etkiler yaratabileceğini söyleyebilirim belki: Bir kere aşk karar vericidir. Sadece insana mahsus değildir. Tüm evrende vardır. Doğalından dönüştürür. Aşk, acıyla anılır genellikle insan tarafından. Bana göre aşk hissediliyorsa acı duymak mümkün değildir. Hissedilen acı, insani zaaflarla ilgili başka bir şey yüzündendir. Aşk varoluşu sağlar. Elbruz, aşkı en iyi temsil edenin kadın olduğunu söylüyor. Aynı fikirdeyim. O halde varoluşu sağlayan, kadındır bence. Revisibility’ye canımla sarılmamın sebeplerinden diğeri de bu. “kadın” kavramı binlerce yıldan beri erkek söylemi üzerinden var edildi. Pek çok başka kavram gibi. “kadın” kendini “kadınca” yeniden var etmeli ve var olmalı diye düşünüyorum. Bence, daha farkında olmadığımız, yani görünür olmayan bir varlığımız söz konusu. Bunu, insan türü olarak aramak, mevcut söylemleri deşmek zorundayız diyorum.

Revisibility projemiz bundan 1,5 sene kadar önce gündeme geldiğinde kendi meşguliyetiyle uğraşan bir kadındım. İsyan ettim önce. “Ne yani!” dedim Elbruz’a, “Ben şimdi tüm kendi işlerimi kenara koyacağım ve senin projeni mi gerçekleştireceğim?”. Sonra fark ettim. Fikir Elbruz’un, eserler onundu evet. Fakat yıllardır yapmak istediğim, nasıl yapacağımı bilmediğim, kendi meşguliyetimle kısmen yapmayı hedeflediğimi Revisibility ile yapma şansım vardı.

Yuvarlak Teras, Knidos Fotoğraf: Umut Kaçar

 

Knidos Afroditi sizce nerede? Bu konuda bildiğiniz sürmekte olan bir araştırma var mı?

Elbruz: Ne yazık ki ya da belki de ne iyi ki kimse bilmiyor. Varsayımlardan ibaret bütün bilinenler. Arayanı çok. Knidos Afroditi’nin parmağının ucu bile bulunsa büyük heyecan uyandırır. Gizemi bununla da bitmiyor Afrodit’in. Nasıl ve neden yapıldığı da bir gizem. Yaratıcısı Praksiteles’in bütün heykelleri kayıp. Var olanların tümü replika.  Diyelim bunun hakkında bir şeyler öğrendik, heykelin Knidos’a neden ve nasıl geldiği de bir muamma. Hadi geldi, kaldı onu da öğrendik diyelim, Knidosluların Afroditi onurla sahiplendiklerine dair hikayeler var. Yuvarlak Teras adı verilen tapınakta mıydı bu heykel? Bunu dahi hâlâ tam olarak bilmiyoruz. Nasıl oldu da kayboldu? Tam olarak bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey orada olduğu. Zamanın tarihçileri ondan bahsediyor. Adına sikkeler basılmış. Evet oradaydı.

Umarım Knidos kazılarından bir gün çıkar.

Deniz: Var olmayışı sanki daha güçlü etkiler yaratıyor bence. Gizemi çok lezzetli. Bulunmasa daha iyi olur bence.

Afrodit heykelinin hikayesi sizce en çok kimin umurunda?  Datça’ya kazandırdıklarının, kazandıracaklarının en çok kimler farkında?

Elbruz: Datçalıların umurunda olduğunu düşünüyorum. Bu coğrafya ve iklimde keskin düşüncelerin sağlıksız bulunduğunu da bilerek söylüyorum bunu. Tarihçilerin, sanat tarihçilerinin, arkeologların umurunda. Başka kimlerin umurunda olduğunu, heykeli yapıp koyduğum zaman göreceğim.

Afrodit, aşk kavramı ve günümüz Anadolu insanı hakkında neler söylemek istersiniz?

Elbruz: Anadolu, aşkı hep önemsemiştir. Aşıklarla öğrendik biz aşkı. Onların kıskanacağı aşklar var bu topraklarda. Elbette ki Afrodit’ten de önce aşk vardı Anadolu’da. Arkeologlar, kazılardan çıkan Afrodit heykellerinden yola çıkarak Anadolu’daki eski kültürlerin Afrodit’e ayrı bir önem verdiklerini söylüyorlar. Deniz, aşka dair kelimelerin bolluğuna dikkat çektiğinde şaşırmıştım. Artık şaşırmıyorum.

Deniz: Aşka dair kelimelerin bolluğunun yanı sıra kalp, yürek, gönül gibi aşka dair kelimelerin de bolluğuna dikkat çekmek isterim. Aşkı aşk diye tanımlayıp geçmemişiz, hissedilenler ve hissettirdiklerini ince ince düşünüp farklı adlandırmalar yapmışız. Bu, her bir aşk halini, duygusunu bir diğerinden ayırdığımız anlamına geliyor. Biri Farsça, diğer Arapça demenin bir anlamı yok, çünkü yaşayan dilde kullanılıyorlar ve karşılıkları birbirilerinden algı, duygu, düşünce ve eylem bakımından farklı. O halde bunlar farklı şeyler. Anadolu insanı değdiği her yerden aşk biriktirmiş gibi görünüyor. Bu çok heyecan verici.

Çağlar öncesinin Afrodit heykeli, yapabilseydi günümüz kadınına neler anlatırdı?

Elbruz: Bence erkek sorununu anlatırdı. “Doğru yoldasınız” derdi.

Deniz: Ben onun oturup da bir şeyler anlatacağını hiç sanmıyorum. Şunu söylemesini isterdim ama. “Ey kadın; sen, aşkı bildiğin ve hissettiğin sürece zaten varsın”.

Afrodit heykelini yapmaya kararlı görünüyorsunuz. Neden? Yapmasanız olmaz mı?

Elbruz: Tıpkı mağara devrinde, insanlar aç veya tok, kalkıp o duvarlara resimler yapmışlar mı? Ben de, koşullarım ne olursa olsun, o duvara dokunmak zorundayım. Aşkın heykeli Afrodit’i düşlediğimde fark ettim ki kadın aşkı bütünüyle temsil edebiliyor, hatta taşıyor. Sadece bu bile istisnasız bütün kadınlara saygınlık kazandırıyor.

Aşkın heykelini yaparken kadını anlatmaya cüret ediyorum. Ve bu heykeli, erkekler için değil, kadınlar için yapıyorum. Yapmasam olur mu? Bence olmaz.

Deniz: Ok yaydan Elbruz ile tanıştığım gün çıktı. Projelendirmesem, şu huzurlu yaşamımdan vazgeçmesem, hiç karışmasam olur mu, diye kendime birkaç kez sordum. Kendimden aldığım cevap hep şu oldu: Saçmalama, tabii ki olmaz.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.