Volkan Akmeşe: “Bir sanatçının eserleri para etmeye başladığında talep artıyor ve dolayısıyla unutulmuyor, elden ele dolaşıyor, koleksiyonlarda, sergilerde, müzelerde yer alıyor… Bu da sanat tanımını bulandıran bir durum…”

0 1.255

Volkan Akmeşe, Datça’da yaşayan sanatçılardan… İllüstrasyonları ve çocuk kitabı çizimleriyle tanınıyor. Bisiklet tutkunu, iyi bir baba ve 1980 doğumlu.

İllüstrasyon çalışmalarınızın konularının çoğunluğunu neler oluşturuyor?Birçok farklı konuda çiziyorum. Çocukluğumdan beri gecekondular, yıkık yapılar, çok eski, estetik amaç güdülmeden yapılmış ve yıkılmaya yüz tutmuş ahşap köy evleri, denizlerde, göllerde bulunan ahşap balıkçı barınakları bana ilginç gelir. Bu tür yapıları iç içe geçirerek, fizik kanunlarından tamamen azade, havada asılı veya ince çubuklar üzerinde durur vaziyette, içlerinde yaşamın devam ettiği küçük mahalleler, sokaklar şeklinde bir araya getirip, içlerine dikkatli bakanların farkedebileceği ayrıntılar gizleyerek çizmeyi seviyorum. Çok küçük detaylarla dolu, uzun vakitler alan illüstrasyonlar yapmak beni mutlu ediyor diyebilirim.
Bunun dışında, – bir bisiklet tutkunu olarak- bisiklet temalı çizimler de yapıyorum. Küçük eskiz defterlerim var, bunlara “impossible bikes / imkansız bisikletler” isimli bir seri şeklinde, yapılması belki mümkün ama kullanılması, dengede durması, gitmesi imkansız, soyutlamaya varan bisiklet çizimleri yapıyorum.


Datça’da yaşayan bir çizer-ressam olarak, Datça temalı resimler de yapıyorum. Bunlar genellikle suluboya oluyor. Bazen güzel bir sokak manzarası, bazen balıklar, kediler, bisikletlerle iç içe geçmiş yarı soyut taş evler.. Bu saydıklarım, aslında benim iş dışında yaptığım çalışmalar. Günlük mesaim boyunca çocuk kitapları resimliyorum, reklam ajanslarına reklam görselleri ve storyboard’lar çiziyorum. Yani aslında, mesleğim de hobim de resim. Mesaim bitince defterlerimin, suluboyalarımın arasına çekilip diğer çizimlerle uğraşıyorum.

Sanat yaşamınızda aldığınız size göre en kıymetli öğüt hangisiydi?Benim için en değerli öğüt, sanat ile hiç ilgilenmeyen, inanılmaz derecede çalışkan olan babamın çalışkanlığının ta kendisi. Babam mobilya cilacısı. Şu an 65 yaşında ve haftasonu, bayram seyran demez, sürekli çalışır. İşi biter, kitap okur, spor yapar… Bu çalışkanlığıyla benim için başlıbaşına bir örnek olmuştur ve ben kendimi bildim bileli tıpkı babam gibi, asla boş durmamışımdır; resim, spor, kitap, vs… her zaman bir meşguliyet içinde olmuşumdur. Çocuklarıma da bunu öğretmeye çalışıyorum.


Eserleriniz yıllar içinde ne gibi değişim ve gelişme yaşadı?Beni çizmeye yönlendiren kaynak, çocukluk çağımda okuduğum çizgiromanlar ve mizah dergileri oldu. İlk dönemler karikatürize tiplemeler, hatta karikatürler, 1-2 sayfalık çizgi hikayeler çizdim. Bir dönem; 20’li yaşların başlarında, bazı ressamların ve kitapların etkisinde kaldım ve yağlıboya, akrilik resimler yaptım. Bu çok sürmedi.

Çoğunlukla çizgiromancı ve karikatüristlerin kullandığı çini mürekkebi-tarama ucu ile ve karakalemle, şimdiki tarzıma yakın detaylı, günler boyu uğraştığım resimler yaptım. Daha sonra Marmara Üniversitesi Resim öğretmenliği’ne girdim fakat bu okul benim için iş hayatımı sekteye uğratan bir meşgaleydi, o dönemler resim yaparak nasıl para kazanabileceğime kafa yoruyordum ve yayınevlerinin kapısını aşındırıp çocuk kitapları ressamı olmaya karar verdim.

Çok az paraya, karın tokluğuna yayınevlerinde çalıştım, çizimlerim geri çevirldi, kapı kapı dolaşıp yeni bağlantılar kurdum. Bu süreç boyunca tabii çizgimi çocuk kitaplarına uygun bir tarza dönüştürmeye çabaladım ve bunu başardım da sanırım. Yukarıda da belirttiğim gibi, bu çizgi tarzını halen sürdürüyorum.

İnsanların sanatınızı algılama biçimleri hakkında izlenimlerinizi aktarmak ister misiniz?İnsanlar, resimden şunu bekliyor: iç açıcı, parlak renkli bir manzara, modeline fotoğraf gibi benzeyen bir portre veya şok edecek derecede fazla emek verilmiş bir tablo / illüstrasyon / resim. İlk ikisini hiç beceremiyorum. (Bir dönem, bir yaz boyu sokakta portre çizdim ve bu işin bana göre olmadığını anladım. o zamandan beri portre çalışmıyorum.) Sonuncusu; yani çok detaylı resimler yapmak beni mutlu ediyor. Fakat insanlar çoğunlukla böyle karmaşık, emek harcanmış bir resim karşısında, resime değil ona harcanan emeğe saygı duyuyorlar ve bunu takdir ediyorlar. Çok da haklılar tabii, bunu ifade eden insanlara samimiyetle teşekkür ediyorum her zaman.

Ama nadiren de olsa o resmin bendeki karşılığını, neden böyle bir işe giriştiğimi keşfetmeye çalışan, o resimden hareketle benle ilgili birşeyler sezinleyen insanlar oluyor ve aslında onlar için bu resmi yaptığımı bir kez daha anlıyorum. Fakat bir yandan, sadece o resime harcadığım emekten, zamandan dolayı takdir görmek beni huzursuz ediyor. Ve kendime, çok daha basit fakat etkili resimler yapmam gerektiğini telkin ediyorum.

Son senelerde bunun için çabalıyorum, zaman zaman başardığım da oluyor. Karmaşık resimler çizmekten hiç vazgeçmeyeceğim ama, çok basit ve vurucu şeyler çizmeye de çalışacağım.




Sanat ve sanatçının tanımı size göre nedir?Sanat, bana kalırsa “zaman” tarafından verilen bir paye. Gerçek sanat ve sanatçı, zamana yenilmiyor. Adı hep anılıyor, eserleri her dönem ilgi çekiyor. Dolayısıyla kendimi sanatçı olarak tanımlamak hoşuma gitmiyor, bunun kibirli ve çok erken bir iddia olacağını düşünüyorum. İleride neler olacak, çizdiklerim unutulacak mı, hatırlanacak mı, insanların ilgisi devam edecek mi? Sanat eseri üretmeyi başarıp başaramadığımın ölçüsü kısmen bu olacak. Kısmen diyorum çünkü “sanat piyasası” diye bir şey de var, bir sanatçının eserleri para etmeye başladığında talep artıyor ve dolayısıyla unutulmuyor, elden ele dolaşıyor, koleksiyonlarda, sergilerde, müzelerde yer alıyor… Bu da sanat tanımını bulandıran bir durum.


En beğendiğiniz ve izlediğiniz sanatçılar kimler?Tuval üzerine resimler yaptığım dönemlerde Erol Akyavaş’a büyük bir hayranlığım vardı ve halen devam ediyor. Devrim Erbil’in resimleri de her zaman oldukça ilgimi çekmiştir.
Fakat asıl beslendiğimi söyleyebileceğim kaynak, illüstratörler ve çizgiromancılar… Moebius, Enki Bilal, Hugo Pratt, Joe Sacco, Zdzislaw Beksinski, Milo Manara, Tetsuya Ishida, Shaun Tan, Juanjo Guarnido, Riccardo Federici, İlban Ertem, Kemal Aratan, Galip Tekin şimdilik aklıma gelenler. Bunun yanında sosyal medyadan yakın takip ettiğim ve etkilendiğim sayısız ressam, çizer var.


Ayrıca resim dışında, şiir, sinema, edebiyat, müzik dalında hiç umulmadık bir etki beni bir resim yapmaya yönlendirebiliyor. Dolayısıyla sanatın neredeyse her dalından takip edip etkilendiğim sanatçılar var.


Mutluluk ve sanatı nasıl ilişkilendirebilirsiniz?Mutluluk ile sanat arasında bir ilişki her zaman olmuştur; bazen sanatçıların yaşadıkları büyük acılardan, büyük yıkımlardan ortaya çıkan sanat eserleri bizim ruhumuzu besler. Bazen de ressamın bir göl kenarında huzur içinde kahvesini yudumlarken resmettiği nilüfer çiçeklerine bakıp iç çekebiliriz.

Sanat eserleri bize bir çok farklı duygu yaşatır, mutluluk bunlardan sadece biri ve bana kalırsa en göz ardı edilebilir olanı. İnsanları mutlu etmek çok kolay. Uyuyan bir yavru kedi resmi, soylu bir at resmi, pırıl pırıl, güzel bir deniz manzarası her izleyiciyi mutlu edebilir.

İnsanları mutlu eden değil; şaşırtan, şok eden, kafasını karıştıran, kızdıran, huzursuz eden, tedirgin eden, hatta benim için çok değerli olmasına rağmen hiç beğenilmeyen eserler üretmek isterdim.


Datça’ya ne zaman ve nasıl geldiniz? Niçin Datça’yı seçtiniz yaşamak için?Datça’ya 2017 haziranının son günü taşındık. Önceki 3-4 sene tatil için geliyorduk ve tüm büyük şehir sakinleri gibi biz de böyle bir yerde sakin bir hayatın hayalini kuruyorduk. Bu kararı verdik ve büyük oğlumun ilkokulu bitirmesini bekledik.

Datça, denize kıyısı olan ilçeler arasında, Türkiye’de yaygın olan değer bilmezliğin, para uğruna kendi ellerimizle gerçekleştirdiğimiz yıkımın en az uğradığı yerlerden biri sanırım.

Çok fazla yer gezmişliğim yoktur, gezdiklerim arasında bize bu hissi veren yer Datça oldu. Ülkenin en kuytu yerlerinden, geçerken uğranılabilecek, “1 hafta içinde gezilecek 4-5 yerden biri” olamayacak kadar sapa, ücra bir yer. Hava durumlarında adı geçmez, tüm ülkeyi dolaşan yağmur bulutları buraya uğramaz… Anadolu’dan koptu-kopacak küçük bir yarımada. Tüm bunlara rağmen günden güne çirkinleştiğini de görüyoruz elbette. Fakat dediğim gibi, ülkemizdeki tüm güzelliklerin kaderi bu ve mümkün olduğunca bu güzellikleri çocuklarımızla birlikte yaşayalım istiyoruz.

Datça’yı 5 duyunuzla tanımlamanızı istesem?
Kokular: Begonvillerin kokusuz olması benim için hayal kırıklığı olmuştur. Halen bu kadar renkli, coşkulu çiçeklerin kokmaması bana tuhaf gelir. Bahçemizdeki hanımeli kokusu ilkbaharın habercisidir, ormanda mantar ararken duyduğumuz, nadiren yağan yağmurun getirdiği yoğun toprak kokusu bir hazinedir. Şehir yaşantısında hepimizin en çok özlediği kokulardır bunlar. Bisiklet üzerinde iken etraftan duyduğum güzel kokular da böyledir. Kimi dönemler Yollar kalabalıklaştıkça otomobillerden gelen eksoz, yanık balata kokuları ise köşe bucak kaçtığımız o dünyayı hatırlatır hep.Sesler: Cırcır böcekleri, deniz kıyısında dalgaların etkisiyla çakıl taşlarından gelen tatlı şıkırtı, böylesine kurak bir yerde nadiren duyduğumuz gök gürültüsü, ve tabii fırtınalı günlerde dalgaların sesi.
Görüntüler: Datça denizinin turkuazı, laciverti. Şubat ayında, bir rüzgarla yerlere saçılan bembeyaz badem çiçekleri, Toprağın kenarından göz kırpan turuncu mantarlar, kıvrım kıvrım uzanan yollar..
Dokunuşlar: Denizden sonra omuzlarımızda biriken tuzları silkelemek, bir begonvil dalındaki dikenle ansızın duyulan acı, Suyu ılık sanılan denizin verdiği ürperti.
Tatlar: Genzime kaçan tuzlu suyun verdiği tedirginlik. Kızgın güneşin altında içilen soğuk su, bahçede ailemle yaptığımız kahvaltıda; her zaman yediğimiz alelade peynirin, zeytinin, yumurtanın büyülü lezzeti.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.