“Londra’dan sıkılıyorsa bir adam, hayattan sıkılmış demektir…” Yazar Samuel Johnson’a katılıyorum…

2 705


Londra, sokaklarındaki Pakistanlı, Hintli, Türk, Çinli, her milletten insan kalabalığına rağmen, İngilizliğini, görgüsünü, yaşam şekli ve medeniyetini koruyabilmiş bir şehir. 

Her gidişimde kendimi bir sonraki gidişimi planlarken bulduğum başkentin nüfusu 8,3 milyon. Yüzölçümü ise 1572 km2.

Londra’da ulaşım ucuz değil. Ancak metro ve otobüs ağı çok büyük ve son derece rahat.. Gözleri görmeyen yolcular tren, otobüs ve havaalanı personelinden önceden bildirmek kaydıyla refakat hizmeti talep edebiliyorlar. Otobüslerin tekerlekli sandalyeliler için özel donanımları da var. Metro istasyonlarında yapılan anonslara dikkat edin.. Kimi zaman bazı metro istasyonları kapatılıyor ve anons ediliyor. Trenin gelmesini nafile beklemeyin ya da kapanmış bir istasyona kadar boşu boşuna gitmeyin.

Londra’nın kült, 1958 model siyah Austin FX4 taksilerinin yerini bugün LTI TX1 model arabalar almış. Hepsi eskisi gibi siyah değil. Ancak hep ağırbaşlı ve yuvarlak hatlılar.. Taksilerin yanısıra minicab’ler de var. Aralarındaki fark taksiye sokaktan binilebiliyor, minicab’i ise ancak telefonla çağırabiliyorsunuz. Özellikle yağmurlu havalarda sokakta taksi kalmadığında..

Victorian mimari

Tuğla cepheli küçük bahçe girişli evleri, kırmızı otobüsleri, kırmızı telefon kulübeleri ile vintage kartpostallar tadında minyatür bir şehirmiş gibi geliyor bana.. Belki de diklemesine değil, uzunlamasına yayılan bir şehir olduğu için..Sıra sıra evlerin hepsi aynı yükseklikte..

Notting Hill, South Kensington, Mayfair ve Maylebone’da (ahırdan bozma) mews tipi evler ağırlıkta.
Banliyölerinde cottage tipi evler, 
Hammersmith, Fulham, Ealing, Hamsptead’de cumbalı Victorian mimari evler var.

Georgian mimari


Marylebone ve Bloomsbury’de ise Georgian mimari evler yaygın..  

Cottages

Evlerin girişlerinde mini bahçelerdeki çiçeklere bakarak evsahibinin zevki hakkında fikir sahibi olabiliyorsunuz.. 
Sokaktan baktığınızda ruhunuz şenleniyor çeşit çeşit çiçek görüntüleriyle.. Üşenmedim bir günümü bu çiçeklerin fotoğraflarını çekmeye ayırdım. Sokaklarda kaybolmak çok hoştu… Sardunyalar, kamelyalar, fuşyalar.. Allium, Lupinus, Wisteria, Rhododendron…

Emek verilmiş, ilgi gösterilmiş, estetik dizilimlerine kafa yorulmuş bakımlı çiçekler.. Ülkemizdekilere hiç benzemiyorlar.. Hani o ani bir hevesle alınıp balkonlara, bahçelere bilinçsizce yerleştirilen ve sonra da kaderlerine terk edilen zavallı çiçeklere.. Solduklarında oluşturdukları hüzünlü görüntüleri beni hep düşündürmüştür.. Sevmeyi beceremeyen bir milletiz… Sadece su, ışık ve doğru mekan isteyen çiçeklere bile ihtiyaçları olan ilgiyi gösterebilmekten uzağız…

Mews 

Çiçek demişken Londra’nın 1759’da kurulmuş, 38 bin farklı bitki türünün yer aldığı botanik bahçesi Kew Gardens‘ın adını anmadan geçmek olmaz.  750 kişinin çalıştığı, 121 hektarlık bir alana yayılmış, dünyanın en eski ve en önemli botanik bahçesi Kew Gardens, Unesco’nun dünya mirasları listesinde.. 

Kew Gardens’ın düğünler için kiraya verdiği mekanları var. Özel çiçek yerleştirmeleriyle kişiye özel cennetler yaratılıyor…

“Londra’da Yapılacaklar”  listenize Chelsea Flower Show‘u eklemeyi unutmayın..
Her yıl yeni çiçek türlerinin tanıtıldığı, modası geçmiş olan çiçeklerin tekrar hatırlanmasına vesile olan festival bu yıl 100. yılını kutladı. Chelsea semtindeki Royal Hospital, her yıl bahçesini bu muhteşem çiçek festivaline açıyor. 20-24 Mayıs arasında yapılan festivali bu yıl 157 bin kişi gezmiş.

Açılışı her yıl olduğu gibi kraliyet ailesi üyeleri tarafından yapılmış ve dört gün boyunca ünlü botanikçi ve çiçekçiler kendilerine tahsis edilen alanlarda bahçe tasarımlarını sergilemişler. Giriş ücreti hiç ucuz değil ve haftalar öncesinden alınması gerekiyor. Hatırlatırım..


Londra’da her mahallenin bir parkı var. Spor yapanlar, köpeğini gezdirenler, torunlarıyla oynayanlar, sevgilisiyle öpüşenler, çimenlere yayılıp kitap okuyanlar. piknik yapanlar.. Herbirinin hayatında mahallelerindeki parkın önemli bir yere sahip olduğu çok açık.
Hyde Park’ın güneybatısında 2004 yılında açılan 
Prenses Diana anıt havuzu

Richmond Park 955 hektarla Londra’nın en büyük parkı. Diğer parkların yüzölçümleri de şöyle: Regent’s Park (166 ha),
Hyde Park (142 ha),
Kensington Garden (111 ha),
St. James Park (23 ha),
Holland Park (22 ha),
Green Park (19 ha)..

Yağmuru bol şehrin akciğerleri yemyeşil parklarda havuz ya da göletlerde huzur içinde ördekler, kuğular yaşıyor..

Ağaçlarında sincaplar geziniyor. Çevre sokaklarda ansızın bir küçük tilkinin salına salına önünüzden geçtiğine de tanık olabilirsiniz..


Londra’ya son gidişimde çocukların çoğunun okula üç tekerlekli scooter’ları ile gidip geldiklerini fark ettim. Minikler, böylece acelesi olan annelerine ayak uydurabiliyorlar.. Okul bahçelerinde özenle kendilerine ayrılmış alanda park edilmiş renk renk scooter’ları görmeniz lazım.. Bu organizasyona giremeyecekleri için bizim okullarımıza çocukların scooter ile gelmelerinin “yassağ” olduğuna bahse girerim.


Şehrin en güzel oyuncakçısı Regent Street üzerindeki Hamleys. Dört katlı kocaman mağazanın giriş katında neşeli kıyafetleriyle genç animatörler birçok oyun ve oyuncağı uygulamalı olarak tanıtıyorlar.. Çok neşeli, cıvıl cıvıl bir mekan. Bebek oyuncakları, arabalar, legolar, el becerileri kitapları, aile oyunları, uzaktan kumandalı oyuncaklar.. Bir çocuk cenneti anlayacağınız…

Marka alışverişi seviyorsanız Regent Street ve Oxford Street’i seçmelisiniz. Tercihiniz tasarım ve özgün butikler ise, King’s Road, Brompton Road, Bond Street, Conduit Street’e yönelin.

Bütün turistlerin istisnasız uğradıkları Oxford Street’deki Primark‘ı ben de anmadan geçemeyeceğim. 
3-5 pound’a çok sempatik şeyler satın alabilirsiniz. Günlük kıyafet ve iç giyim reyonlarından insanlar bavullarla ayrılıyor.. Tam bir çılgınlık..

 


Ben’s Cookies

South Kensington, Covent Garden ve Oxford Street’de önünde uzun kuyruklar oluşan miniminnacık kurabiye dükkanlarına şaşırabilirsiniz. 

Londra’da ve başka ülkelerde birçok şubesi olan, Londralı’ların “Londra’nın en iyi kurabiyeleri” dedikleri Ben’s Cookies konusunda çok haklılar. Mutlaka tatmalısınız. Ben üç çikolatalı olanı, siyah parça çikolatalı ve fındıklısını, zencefil ve siyah parça çikolatalı olanları beğendim..

Gittiğiniz ülkelerin günlük yaşam biçim ve alışkanlıklarını gözlemlemeyi seviyorsanız İngilizlerin sabah kahvaltısını da denemelisiniz. Geçen sene Victoria and Albert Müzesi’ni gezdikten sonra South Kensington’ın ortasında dolanırken keşfettiğim Muriel’s Kitchen’in klasik kahvaltısını (2 eggs, 2 rashers of bacon, 2 oven baked tomatoes, 2 sausages, 2 slices of toast, portobello mushroom and baked beans) önerebilirim.

Gökdelenleri sevmem ama sekiz dev shard (cam kırığı) cephesiyle The Shard, bana çok zarif göründü.. 2013’de inşaatı biten, asıl adı London Bridge Tower olan, 310 metre ile Avrupa Birliği’nin en yüksek binası Shard’ın 32. katındaki Oblix Restaurant’a saat 18.00-19.00 arasında gitmenizi öneririm. Londra üzerinde canlı Jazz piano ve soğuk pembe şarap eşliğinde güneşi batırmak gerçekten çok keyifli oluyor.

Londra’da ne yapmalı?

Londra’da yapılacak şeyler sonsuz… Samuel Johnson’ın söylediği gibi “Bir adam Londra’dan sıkılıyorsa hayattan sıkılmış demektir..”
 
Geçen seneki Tasarım Festivali’nden “Sonsuz Merdiven”
Her yıl açılan ve dünyanın tasarım başkenti olduğunu ilan eden Londra Tasarım Festivali bu yıl 13 – 21 Eylül arasında, farklı tasarım disiplinlerinde 300’den fazla etkinlikle Londra’nın bir çok sanat ve tasarım merkezinde açık olacak aklınızda bulunsun..

 

Müzeler, galeriler, kafeler, parklar, butikler, müzikaller, festivaller, kanal gezileri, tarihi binalar.. 

Londra’nın gece yaşantısının Paris’ten daha hareketli olduğunu da söylemeliyim. Soho’daki Blues Bar Ain’t Nothin But..‘ı ve South Kensington’daki gece klubü Boujis‘i öneririm. 

Avrupa’nın en büyük kitapçılarından biri olan Piccadily’deki Waterstones‘da meraklısı olduğunuz kitaplar arasında çok keyifli zaman geçirebilirsiniz. Bir diğer alternatif de 1906 yılından beri Charing Cross Road’da hizmet veren Londra’nın en geniş seçenekli kitapçısı Foyles

İngiliz Çay Saati

Beyaz keten örtüler üstünde, porselen fincanlar, gümüş demlik ve kurabiye tabakları ile servis edilen “cream tea (scones & tea)” geleneğine uyarak bir akşamüstü keyfi yapmadan ayrılmayın Londra’dan. Lüks otel salonları  ya da “tea house” lar arasından seçim yapabilmek için afternoontea.com.co.uk sitesine bakabilirsiniz. Semtlere ve mekanlara göre fiyatlarıyla birlikte çay saati seçenekleri mevcut.

 
Postcard Teas

Carnaby Street’te Kingly Court’ın en üst katındaki Camellia’s Tea House sıcak, romantik bir mekan.. Çayınızı modern ya da klasik değişik servis takımlarında alabiliyorsunuz. Buradan çay ve çay saati aksesuarları da satın alabilirsiniz..

Buraya gelirken Çin Mahallesi’nden başlayıp Carnaby Street’e kadar yürür, Soho’yu da gündüz vakti görmüş olursunuz. Birçok ilginç tasarım obje ve giyim eşyası satan butikle karşılaşacaksınız..

Memlekete dönerken ahbaplarınıza Londra’dan vintage kutular içinde çay götürmek isterseniz Mayfair, Dering Street’teki Postcard Teas’e uğrayın. Burada çay tadımı yaparak yeni çaylar öğrenir, risksiz seçim yapmış olursunuz. Beğandiğiniz çaylardan 50-100 gram kadar sevdiklerinizin adreslerine bu mekanın ilginç uygulaması özel posta kart ve zarfları içinde yollayabilirsiniz..  Çok iyi fikir değil mi?
 
Piccadilly Caddesi’ndeki Royal Academy of Arts’da (internetten rezervasyon yapıp) güncel bir sergiyi gezdikten sonra yolun hemen karşısındaki Fortnum&Mason’a geçin. Kapısından içeri girdiğiniz anda İngiliz şıklık ve zerafetinin bütün duyularınızı harekete geçireceğinden emin olabilirsiniz. Giriş katında çaylar, tereyağlı ve ballı kurabiyeler, karameller, bal ve reçeller, çay saati aksesuarları satılıyor. Fortnum & Mason’ın üst katlarında şık kadın ve erkek aksesuarları satılıyor.. Şemsiyeler, parfümler, oda kokuları, traş takımları, eşarp ve eldivenler… Alt katındaki 1707 Wine Bar’ı ben çok sevdim. Somelier’den yardım alarak bir şarap tadım menüsü seçip günün yorgunluğunu atabilirsiniz…

Londra’da Sanat

“Folies Bergeres” Édouard Manet

Somerset House’un içinde yer alan Courtauld Gallery, empresyonist ve post-empresyonist koleksiyonu ile dünyanın en güzel müzelerinden biri… 

Kurucusu Samuel Courtauld’un Fransız izlenimcilerinin tablolarından oluşan koleksiyonunu bağışlamasıyla oluşmaya başlamış. 1930’lu yıllarda farklı tablolar hediye almış. 1948’de ise Courtauld’un tüm koleksiyonu, galeriye miras kalmış. Monet, Manet, Modigliani, Renoir, Pisarro, Degas, VanGogh, Gaugin, Utrillo, Toulouse Lautrec’in başyapıtlarını izlemek başımı döndürdü.

National Gallery of Art 
Trafalgar Meydanı’ndaki bu ulusal müze, ücretsiz olarak yılın 361 günü gezilebiliyor. Sergilenen yaklaşık 2300 eser, Batı Avrupa sanatını yansıtıyor: 

13.yy’dan 15.yy’a kadar: Duccio, Uccello, van Eyck, Lippi, Mantegna, Botticelli, Dürer, Memling, Bellini
16.yy’dan: Leonardo, Cranach, Michelangelo, Raphael, Holbein, Bruegel, Bronzino, Titian, Veronese
17.yy’dan: Caravaggio, Rubens, Poussin, Van Dyck, Velázquez, Claude, Rembrandt, Cuyp, Vermeer
18.yy’dan 20.yy erken döneme kadar: Canaletto, Goya, Turner, Constable, Ingres, Degas, Cézanne, Monet,Van Gogh.


Ünlü İngiliz kadın ve erkek portrelerini sergileyen National Portrait Gallery, 1856 yılında kurulmuş. Koleksiyonunda 16. yüzyıldan günümüze 195,000 portre bulunmakta. 10 Temmuz – 26 Ekim 2014 tarihleri arasında Wirginia Woolf sergisi açık olacak. 

BP’nin sponsorluğunda 25 yıldır gerçekleştirilen portre resim yarışması her sene 18 yaşından büyük herkese açık. Çağdaş portre ressamlarını keşfetmek misyonuyla açılan yarışmada ödül 30.000 pound..  “BP Portrait Award 2014” sergisi 21 Eylül’e kadar açık.. Ücretsiz gezilebilir.

Thames kıyısındaki yürüyüş yolunda sokak sanatçılarını izleyerek Tate Modern’e gidebilirsiniz. Belirli sergiler dışında birçok sergi ücretsiz. Daimi sergi alanında Rothko, Schwitters, Beuys, César, Arman, Giacometti, Mondrian, Picasso, Matisse, Magritte, Kandinsky, Chirico, Yves Klein eserleri yer alıyor.

Mayıs ayında Matisse’in “Cut-Outs” (Kağıt Kesikleri) sergisini gezdim. 7 Eylül’e kadar açık olacak. Randevu almadan gitmemenizi öneririm. 16 Temmuz’da açılacak Malevich Sergisi 26 Ekim’e kadar açık kalacak. Gidecek olursanız sergiyi gezdikten sonra Thames nehri manzaralı harika kafesinde dinlenin. Sonrasında alt kattaki tasarım obje ve sanat kitapları cenneti büyük hediye dükkanına uğrarsınız.. Özellikle küçük çocuklar için hazırlanmış eğitici sanat kitapları görülmeye ve satın almaya değer..


Tate Modern’in önündeki iskeleden tekneye binip Tate Britain‘e geçebilirsiniz..  Her bölümünü gezebilmek için vaktiniz yetmeyecektir. İngiliz sanatına ayrılmış mutlaka görülmesi gereken bir müze…  Daimi sergide Turner, Hogarth, Gainsborough, Blake, Constable, Henry Moore, Francis Bacon, Mondrian, Calder izlenebilir. Dönemsel sergiler çağdaş İngiliz sanatçılara tahsis ediliyor..

Barbican Center

Londra Senfoni Orkestrası’nın evi sayılan Barbican Center, Avrupa’nın en büyük sanat merkezidir.  Tiyatro, dans, müzik, sinema… değişik sanat disiplinlerine, yaratıcı ve öğretici etkinliklere, konferanslara ev sahipliği yapar. 1982 yılında açılmıştır.

Üç restoran, bir konservatuar, bir tiyatro, hediyelik eşya dükkanı, konser salonu, sinema salonu ve kütüphanesi bulunan Barbican Center, Londra’nın  en önemli brutalist mimari örneğidir. Özelliklerini daha detaylı öğrenmek isteyenler için turlar da düzenliyorlar. Bu yıl 14-23 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirilecek dünyanın en iyi jazz festivallerinden EFG Londra Jazz Festivali‘nin bazı konserleri de burada yapılacak.

Rafael Gomezbarros – Saatchi Gallery 2014

Çağdaş sanat izleyicisi iseniz,  25 yıldır genç sanatçıları destekleyen Saatchi Gallery‘e uğramadan gitmeyin. 2 Kasım’a kadar “Pangaea” sergisini gezebilir, Güney Amerika ve Afrika’dan çağdaş sanat eserleri izleyebilirsiniz.

 “The New Ambidextrous Universe”
ICA – Tauba Auerbach 

Çağdaş sanat severlere bir önerim daha olacak: ICA (Institude of Contemporary Art). 1946’dan beri “yaşayan sanatçılar”ın eserlerine yer veren kurumda Damien Hirst, Steve McQueen, Richard Prince and Luc Tuymans gibi sanatçılar solo sergiler açmışlar. Mayıs ayındaki ziyaretim sırasında Alman sanatçı Tauba Auerbach’ın ilk solo sergisi vardı.

Dünyanın her yerinden getirilen eskiçağ yapıtları ve etnografya koleksiyonlarıyla ünlü British Museum‘u programınıza mutlaka almalısınız..

54.Oda, Anadolu ve Urartu’ya ayrılmıştır. 17.Oda‘da ise Antalya Xanthos (MÖ 400) antik kentinden sökülüp götürülen Nereidler (deniz perileri) Anıtı bulunmaktadır. British Museum’un zamanında yaptığı bir öneri ile İngiltere Başbakanı Lord Palmerston, İngiliz İstanbul konsolosuna birkaç Likya sanat eserinin gemiyle İngiltere’ye götürülmesi için Sultan Abdülmecid’den izin istenmesi talimatını vermiş, 1840 yılında bir İngiliz donanma gemisi ile Charles Fellows’un organizasyonuyla Nereidler Anıtı Xanthos’tan tamamiyle sökülerek İngiltere’ye götürülmüştür!!

Londra’nın Pazarları

Covent Garden

Covent Garden:
Efsane muhitte her zaman sokak müzisyenlerine ve gösteri yapan sanatçılara rastlamanız mümkün. İkinci kattaki tipik İngiliz pub,
Punch & Judy’i öneririm. Balkonundan Covent Garden meydanında gösteri yapan sanatçıları soğuk biranızı içerek seyredebilirsiniz.

Apple Market, eskiden gerçekten bir pazar alanıymış. Şimdi üstü kapalı,.. Birçok restoran ve barı, butiği, çay dükkanı, pastanesi ile sempatik bir ortam.. Haftasonu tezgahlarında değişik el sanatı objeler bulabilirsiniz.

Jubilee Market‘de ise pazartesi günleri antika pazarı kuruluyor. Cumartesi – Pazar günleri, el sanatları ürünlerine, tasarım objelere ve sanat eserlerine ayrılmış.

Borough Market

Borough Market:

“Londra’nın kileri” olarak da anılan Borough Market’ten alışveriş etmeyi moda haline getiren, TV yapımcısı İngiliz aşçılar Gordon Ramsey ve Jamie Oliver olmuş. Bridget Jones’un Günlüğü ve Harry Potter filmlerinin bazı sahneleri de burada çekilmiş. 

London Bridge İstasyonu’ndan çıktığınızda yüzünüzü nehre dönüp biraz yürürseniz kocaman demir kapılar göreceksiniz. Kapılardan geçtiğinizde kendinizi üstünden tren geçen bir köprünün ayaklarında bulacaksınız.. Pazar işte burada kurulu.. Taze meyve, sebze, mantar, peynir, şarap, kek, zeytinyağ, balzamik sirke, ekmek, balık, zeytin satın alabileceğiniz bu pazarda ayrıca küçük yemek tezgahları da var. Falafel, sosis, sandviç, salata, pizza satın alabilir, banklarda oturup yiyebilirsiniz.. Bir de Türk dükkanı var. Baklava, Türk kahvesi, çay, lokum, sabun satılıyor..

Camden Town Market:

Şehrin kuzeyindeki Camden Town metro istasyonundan çıktığınızda kendinizi rengarenk bir caddenin başında bulacaksınız. Hafta sonunda High Street çok kalabalık ama çok eğlenceli. Punkçular, metalciler, bohemler, turistler bilumum ıvır zıvır satan tezgahlarda Uzakdoğu’dan gelmiş çok ucuz mallar, tattoo’cular, rasta’cılar, piercing’ciler, bez ayakkabı ressamları.. Dış cepheleri ile çok yaratıcı ve eğlenceli sağlı sollu  tuhaf kıyafetler satan mağazalara baka baka High Street’te yürüdüğünüzde bir köprüye geleceksiniz. Camden Town Market burada başlıyor. Kokuları takip ederek pizza, paella, noodle, gözleme, sosis, binbir çeşit sıcak ve soğuk yemek tezgahı ile buluşabilirsiniz. 

Little Venice

Adından da anlaşılabileceği gibi Stables Market, eski ahırlardan devşirme dükkanlardan oluşuyor. Vintage giysiler, aksesuarlar, tasarım tişörtler, el yapımı takılar, aksesuarlar, şapkalar, ayakkabılar, çantalar bulabilirsiniz.

Camden Lock’tan waterbus’lara binip Little Venice’e kadar gitmenizi ve kanal seyri yapmanızı şiddetle tavsiye ederim.

Little Venice:

Londra’nın saklı cennetlerinden biri de Regent Kanal üzerindeki Küçük Venedik..  Kanal kenarına dizilmiş rengarenk uzun teknelere, kanala yerleşmişliklerine, üstündeki çiçek saksılarının güzelliğine, aslında bu yaşam biçimine hayran kaldım. Londra’nın en güzel salkım söğütleri burada.. Yürüyüş yapabilir ya da Camden Lock’tan binmek suretiyle tekneyle bir kanal gezisine çıkabilirsiniz.. Regent’s Park’ın içinden geçen yemyeşil bu gezi boyunca şehrin ortasındaki sükunete şaşıracaksınız..

Portobello Market’te teneke vintage levhalar

Portobello Market:

Portobello Road’da kurulan sokak pazarı  cumartesi günleri şenlik.. Notting Hill Gate metro istasyonundan çıktığınızda Portobello oklarını göreceksiniz.. Yirüyen kalabalığı takip ederek de pazara ulaşabilirsiniz. Portobello Road boyunca yeralan dükkanlar Çarşamba ve Cumartesi günleri sokaklara tezgah açarlar. Özellikle antika fincanlar, porselen demlikler, vintage tabela ve kutular satan dükkanlardan kendini alamazsınız.. 

Notting Hill’de haftaiçinde ara sokaklarda kaybolmanızı öneriyorum. Nothing Hill filmindeki kitapçının önünde bir fotoğraf çektirecek kadar romantik misiniz? bilemem..  (Ben “Under the Toscan Sun” filmini izledikten sonra bir Toscana seyahati yapmıştım.. he heh..)

 

 

Gelecek yazı: 
Londra 2 : Nerede ne yemeli?
2 Yorumlar
  1. Serdar Esti diyor

    Sıkılmadan okudum her telden anlatılmış London elinize sağlık.

  2. Ayşe Gülay Hakyemez diyor

    Umarım faydam olmuştur… Teşekkür ederim Serdar Bey…

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.