Sema Boyancı Ünsalan: “Estetik algısı ve arayışı insanın doğasında vardır. Yıllar içinde aldığı eğitim, yaşam koşulları ve biçimiyle estetik düzeyi de gelişip yükselir..”
Şu anda, üzerinde üç yıldır çalıştığım bir sergi projem var.. Aslında bu proje, ben Ankara’dan gelirken yapmayı düşündüğüm ve gerekli dökümanları 16 yıl önce hazırladığım bir sergi fikridir. Tema: “Estetik & İçgüdü”. Estetik algısının, arayışının insanın doğasında var olduğunu, yıllar içinde aldığı eğitim, yaşadığı koşullar, yaşam biçimiyle ilgili olarak estetik düzeyinin de gelişip yükseldiğinin altını çizen bir sergi olacak. Ve kadın cinsinde bu algının daha gelişmiş, daha canlı olduğunu vurgulayan resimler olacak.. Oluyor.. Dağın başında ,üç beş evlik bir köyde hiç eğitim almamış bir kadın bile, evine divan örtüsünü almaya gittiğinde birçok seçenek içinden birini seçer. Neye göre? Kendi estetik algı düzeyine göre elbette.. Mutfak raf örtülerini, başörtüsünün kenarlarını dantelle süsler, tenekelerde bile olsa sardunyalar diker penceresinin önüne, merdivenlerine koyar. Yaşadığı ortamı güzelleştirme çabası içindedir.. Keza dokuduğu kilimler, yaptığı nazarlıklar.. Son derece plastik ürünlerdir bunlar.. Datça’da çokça görürsünüz örneklerini.. Bunları vurgulayan resimler yapıyorum şu anda. Ocak 2019’da İstanbul’da Kuzguncuk’ta sergim olacak.
Sözlük olarak sanatın birçok tanımı yapılmıştır.. Bana göre, yapılan bütün tanımlar biraz eksiktir. Genel olarak tanımlar şöyledir; duyguların, düşüncelerin, almış olduğun eğitim ve görsel birikimle harmanlanarak, kendine yakın gelen alanda dışavurumudur.. Görsel veya fonetik olarak.. Yalnız her dışavurum, eğitimini almış olsan bile sanat değildir.. Ya da şöyle söyleyelim, her sanat adına yapılmış üretim “eser” değildir.. Her resim, müzik, heykel vs. üreten kişi de sanatçı değildir.. Bu üretimlerin eser niteliği taşıması için çoook başka özellikler içermesi gerekir.. Her şeyden önce özgün olması gerekir. Yeni ve yenilikçi tavrı olması, resimsel değerlerle içeriğin dengesi, vurgusu… Neredeyse oturup bir kitap yazılabilecek kadar nitelikleri taşıyor olması gerekir ki, özetlemek bile eksik duygusu yaratıyor. Bir de asıl önemli noktalardan birisi; bir sanatsal üretimin eser niteliği taşıyıp taşımadığını tarih belirler.. Örneğin, Manet, “Kırda öğle yemeği” eserini ilk olarak o dönemin en büyük yarışmalı sergisi için yapmıştır. Paris’in sanat otoritelerinden oluşan jüri, resmi görür görmez küplere binmiş, “Bu ne rezalet? Bunlar sanat değil, çöp!” diyerek camdan aşağı atmışlardır. Manet ile birlikte diğer ilk empresyonistlerin eserleriyle birlikte… Bahsettiğimiz bu eser bugün Paris’in en görkemli müzelerinden biri olan Musée D’Orsey’in baş köşesindedir..
Bugün Türkiye’de bu kavramlar çok karıştı bile diyemeyeceğim, yerlerde sürünüyor.. Devlet televizyonlarında “sanatçı” diye adlandırılan bir sürü kişi var.. Bunun gibi yüzlerce örnek verilebilen bir ülkede yaşıyoruz. Bir-iki yıl bir yerlerde kurs almış bir kişi Datça Belediye Sergi alanında sergi açmış, onunla söyleşi yapmaya gelen bir başka kişi “Siz sanatçı olarak, bu eserlerinizi tescil ettirdiniz mi?” diye soruyor. Hobi kursları almış başka bir kişi, sergisi sırasında “Bakın bu eserleri dünyada ilk kez ben yaptım” gibi komik bile diyemeyeceğim bir cümle kurabiliyor.. Bunlara “eser” dersek, öbürüne “sanatçı” dersek Picasso’ya, Manet’e, Van Gogh’a ne diyeceğiz? Onların eserlerinin adı ne olacak? Sonuç olarak; eğer sanatın herhangi bir alanı ile ilgileniyorsak -sadece izleyici olarak bile ilgileniyorsak- kesinlikle okumak, kendinizi eğitmek, izlemek, bilgilenmek gerekir. Yoksa, elbette herkes resim yapsın, besteler yapsın, şiirler yazsın. Ne güzel! Ama “Sanat ve sanatçı nedir?” bilinmesi gerekir. Yoksa büyük büyük iddialı laflar söyleyip gülünç duruma düşme riski büyük!