Kırık Şemsiyeler Şehri Lizbon defalarca gidebileceğim büyülü bir şehir..

0 375

Mayıs ayının başında Lizbon rüzgarlı ve yağmurluydu. Gezdiğim her yerde, dolaştığım her sokakta mutlaka bir kırık şemsiye ilişiyordu gözüme.. Yerlerde, çöp kutularında, kafelerde, tramvaylarda.. Rüzgardan ters dönmüş, kırılmış, oraya buraya bırakılmış, atılmış, uçmuş şemsiyeler.. Bu yüzden Lizbon benim için bir Kırık Şemsiyeler Şehri…

Lizbon evleri, rutubetli soğuğu yüzünden cepheleri fayans kaplanarak inşa edilmiş… Maures halkı tarafından İber Yarımadası’na taşınan gelenek, 18.yüzyıldan sonra Güney İspanya ve Portekiz’de yaygınlaşmış. “Azulejos” dedikleri cephe fayansları beni benden aldı..

Mavi ağırlıklı Karavel Gemisi mozaikleri gördüğünüzde
o evin bir denizciye ait olduğunu bilmelisiniz.
Vaktiyle sefere çıkacak gemiler denizci aradıklarında
bu evlerin kapılarını çalarlarmış..

Hiçbiri bir diğerine benzemiyor.. İslam ya da Roma etkileşimli.. Non-figurative olan da da var, figüratif olan da.. Mozaikler duvarlarda şekillenirken, yerler küçük parke taşlarla döşenmiş… Liberdade Caddesi’ni (Calçada Portuguesa) görmeniz gerek!

Hatıra olarak fayans satın almak isterseniz fiyatları 10-30 euro arasında değişen karoların en güzellerinin adresi: Solar 68-70 Rua Dom Pedro, Bairro Alto.

En ihtişamlı zamanlarını Portekiz İmparatorluğu (16.yy.) döneminde yaşamış olan Lizbon’u 7 tepe üzerinde yükseldiği için İstanbul’a benzetmek mümkün. Bir haliç oluşturarak Atlantik’e dökülen Tajo nehri de Boğaz’ı andırmıyor değil.. Ama su kenarlarına rezidanslar, villalar ve alışveriş merkezleri inşa etmek gelmemiş akıllarına.. Sahiller halkın! Devasa nehrin üzerindeki Vasco de Gama Köprüsü’nün uzunluğu 16 km.. Deniz gibi bir nehir anlayacağınız..

Çok zengin bir şehir görüntüsü vermiyor Lizbon. Oldukça alçakgönüllü bir duruşu var. 53 mahalleden (freguesias) oluşuyor ve juntalar (meclis) tarafından yönetiliyor.

Eski semtlerin zanaatkarları (keten kumaş, seramik, meşe mantarı vs..) modern mağazalara kafa tutmaya devam ediyor. Meşe mantarı (cortiça) süngerimsi ilginç bir malzeme.. Çantalar, kutular, mutfak önlükleri, şapkalar vs.. imal ediyorlar. Bu tip objelere ulaşmak için Alentejo Bölgesi’ni ziyaret edebilir ya da hatıra eşya dükkanlarına uğrayabilirsiniz.

Bozulan-kırılan oyuncak bebekleri onarıp hediye etmek, Portekizlilerin eski bir Christmas geleneği..

Oyuncak Bebek Hastanesi 165 yıllık bir eski mağaza ve müze. 1830’larda yaşlı bir hanımefendinin bebek elbiseleri diktiği ve kırılan bebekleri onardığı mekan hala yaşıyor.. Hep aynı ailenin üyeleri tarafından çalıştırılıyor. Bugün minyatür bebek ve ev eşyaları koleksiyonerlerinin tapınağı gibi bir yer.. Müzesi ise istek üzerine randevu ile ziyaret edilebiliyor. Ben de gezdim.

Üst kattaki müzeye çıkabilmek için mağazanın içinden geçiyorsunuz.  Ben gittiğimde mağazada bir yaşlı kadına rastladım. Bebeğini onarıma getirmişti. Şevkatli elleriyle oyuncağını teslim edişini ve görevlinin aynı özenle onu teslim alışını unutamıyorum. Zaman durmuş gibiydi. Nesiller boyu bu dükkanda çalışan ailenin son üyesi inci kolyesiyle çok şık ve zarifti. Saygıyla yaşlı müşterisini dinliyor, isteklerini not ediyordu. Yanılmıyorum. Medeniyeti ve gelişmişliği eskiye hürmetle ölçmek gerek..

Otantik havasını korumuş, ahşap döşemeli 28 numaralı tramvay sizi Lizbon’un doğduğu tepeye çıkarıp eski şehir içinde dolaştırıyor. Geçtiği dar sokaklara bayılacaksınız. Baixa mahallesinde Praça do Martim Monim’den her 11 dakikada bir kalkıyor. Chiado (tiyatrolar mahallesi), Barrio Alto (gece hayatı mahallesi), Alfama, Graça, Estrela’dan (katedralin bulunduğu mahalle) geçiyor.

Yolculuğu 40 dakika sürüyor. 6 euro’ya satın alacağınız 24 saatlik biletle bu tramvaya binebilir, bütün gün metro ve otobüse de sınırsız binebilirsiniz.

Ressam Jose Malhoa’nın “Fado” isimli tablosu, 1910

Fado dinlemek isteyen romantikler için Alfama ve Bairro Alto mahallelerini dolaşmalarını şiddetle öneriyorum. Gönlünüze göre bir yer bulup dalın içeri. Turistik mekanların pahalı şovlarına bin basar.. Bağırdan kopup uçuşan sesleri takip edin. Bir akşamüstü, kendinizi tarihi dar sokakların akışına bıraktığınızda kendinizi yanık fado şarkıcılarının gözlerinin ta içine bakarken bulacaksınız.. Ve gözlerinizden süzülen gözyaşları anılarınıza karışacak..

Bir Portekiz halk müziği türü olan “fado”nun kelime anlamı geniştir. “Alınyazısı” olarak çevirebiliriz.. Birçoğu kadınların denize açılıp geri gelememiş kocalarının ardından yaktıkları ağıtlardır. Klasik gitar eşliğinde genellikle bir kadın tarafından söylenir. Kıskançlık, ihtiras, keder, aşk ve özlemi anlatır. Portekizlilerin Diktatör Salazar zamanında yaşadıkları zulüm, şiddet, acı, kan ve gözyaşı ise fadonun içeriğine siyaset katmıştır.. Ünlü fado şarkıcıları Carlos Ramos, Alfredo Duarte Marceneiro, Berta Cardoso, Maria Teresa de Noronha, Hermínia Silva, Fernando Farinha, Fernando Maurício, Lucília do Carmo, Manuel de Almeida’dır..

2000 yılında vefat eden (79 yaşındayken) Amalia Rodrigues’in müzeye dönüştürülen 50 yıl yaşadığı evini de ziyaret edebilirsiniz. (Rua de Sao Bento,193).

Lizbon’un en eski ve en ünlü kafesi Brasileira, Chiado bölgesinde yer alıyor. Art Deco seviyorsanız uğramanızda yarar var. Benim gibi sanatın güçlü çekimine kapılanlardansanız kafenin önündeki bronz heykeline ilişip şair Fernando Pessoa (1888- 1935) ile yarenlik edebilirsiniz:

“Akıllı fikirler, içine aptalca bir iki satır karıştırmadan genel kabul kazanamaz. “
“Edebiyat hayatı yok saymanın en keyifli biçimidir.”
“Birçok limana gitmiş birçok gemi vardır. İçlerinden tek bir tanesi bile acısız bir hayat olana rastlamamıştır.”
“Hep uyanmanın eşiğindeymişim gibi hissediyorum..”

Lizbon’da şahane bir müze var, onu da sakın kaçırmayın. The Calouste Gulbenkian Museum.. Varlık vergisi döneminde Ermeni düşmanlığı yapmamış olsaydık, İstanbul’da yer alabilirmiş bu müze.. Yirminci yüzyılın en önemli kişisel sanat koleksiyonerlerinden Gulbenkian, İstanbul Üsküdar doğumlu (1869) ve petrol zengini bir işadamı. Osmanlı, İngiliz, Alman ve Hollandalılarla Osmanlı petrolleri üzerinden anlaşmalar yapmış..

Mühendislik eğitimi gördüğü Londra’da 1902’de İngiliz vatandaşı olmuş.. Londra ve Paris’te bir süre yaşayıp hayatının son bölümünü Lizbon’da geçirmiş. Servetini yatırdığı sanat eserlerinin 6 bin parçalık bölümünü bağışladığı ve 1956 yılında kurulan müzede neler yok ki? Yunan-Roma döneminden, Ortadoğu’dan, Avrupa’dan arkeolojik, dekoratif, sanat eserleri..

Osmanlı dönemi İznik çinileri, İran ve Türk halıları, Bursa kadifelerini, Courbet ve Rodin gibi ustalara ait heykelleri, Monet, Manet, Rembrant, Dupré, Van Dyck tablolarını izledikten sonra yorgunluğunuzu müzenin botanik bahçesindeki kafede atabilirsiniz. Masanızın üzerine güvercinler konacak. Yadırgamayın..

Eğer yemeyi içmeyi seviyorsanız, ilk önce Belém Caddesi’nde 84 numaradaki pastaneye gitmelisiniz. 1837’den beri lezzet sırrı deşifre edilememiş “Pastéis de Belém”lerden ısırdığınızda ağzınızı dolduracak ılık krema, yaşam lezzetlerinden biri olarak hafızanızda yer edecek..

Kültür mahallesi Belém’e gitmişken deniz kenarındaki Belém Kulesini de (Torre de Bélem) görebilirsiniz. İnşa yılı 1515-1521. Dört katlı kule açıktayken tren ve karayolu yapımında zamanla doldurulan sahil yüzünden şimdi artık kıyıyla birleşmiş durumda. 1983’te Unesco tarafından düya mirasları listesine alınmış.

Hindistan’a ulaşan ilk kaşif Vasco de Gama’nın mezarının bulunduğu Jeronimos Manastırı ve Deniz Müzesi de bu mahallede. Söylemeden geçmeyeyim..

Lizbon’un tipik vişne likörü Ginjinha’yı tadacağınız yer ise şüphesiz Ginjinha Sem Rival.. Mekanın adı kendini anlatıyor: “Rakipsiz Ginjinha”. Kuruluş tarihi 1890-1892. Portas de Santo Antão Sokağı No. 7’de küçücük bir dükkan. Bardağınıza vişne de ilave ettirebilirsiniz. Tercih sizin!

Yolunuza çıkan mini salyangoz restoranlarında farklı bir lezzet denemek isterseniz söyleyeyim: kendi yerel üreticileri yetersiz kalıyor, salyangozları Türkiye, Fas ve Macaristan’dan ithal ediyorlarmış. Portekiz’de tüketilen salyangoz miktarı yılda 42 bin ton. Salyangozsever bir başka ülke de Fransa biliyorsunuz… Ancak, Portekizliler Fransızlardan üç kat daha fazla salyangoz tüketiyormuş.

Lizbonluların yaptığı gibi, bir akşamüstü biranızın yanında soğan, sarmısak, karabiber ve  tereyağlı salyangoz atıştırmak isterseniz kapısında “Há Caracóis” (Salyangoz vardır!) yazan kafeyi seçmelisiniz.

Morina balığının çok değişik tarifleriyle ünlenmiş (365 ayrı tarifi olduğu söyleniyor!) restoranlarda öğle yemeklerinizi şenlendirmenizi öneririm. “Bacalhau com natas (soğanlı krema soslu morina)”ı deneyebilirsiniz. En iyi balık lokantasının Ramiro (Avenida Almirante Reis No.1) olduğu söyleniyor.

Size bir de şarküteri ismi vereceğim. 1890 yılından beri faaliyet gösteren muhteşem bir yer. Manteigaria Silva (Rua Dom Antāo de Almada no.1) Rossio Meydanı’na paralel bir sokak..

Rossio, tarihte infazların yapıldığı bir alan. Şimdi turistlerin dolaştığı nefis mozaiklerle döşenmiş bir meydan.. Kuzeyindeki Praça dos Restaurodores vaktiyle elit bir bölgeymiş.

Bu bölgeye gelmişken Lizbon’u kuşbakışı seyredebilmek için Portekizlilerin atası Kelt’lerden kalan tek anıt Sao Jorge Kalesi’ne çıkabilirsiniz. Ya da Augusto Caddesi’ndeki asansöre (Elevator Santa Justa) binebilirsiniz. 1902 tarihli asansörü görür görmez metal mimarisi size Eiffel Kulesi’ni hatırlatacak. Çünkü mimarı Raoul Mesnier du Ponsard, Gustave Eiffel’in (Eyfel’in mimarı) öğrencisi..

Lizbon’daki hatıra eşya mağazalarında çok iyi vakit geçirdiğimi söylemeden edemeyeceğim. Ketenler ve seramikler beni benden aldı..

Portekiz’in sembollerinden biri olan horozu (diğeri sardalya!) her hatıra eşyasında görebilirsiniz. Olağanüstü sempatikler.. Manyeti, bardağı, kupası, tabağı, örtüsü, önlüğü, yastığı. Neyi ararsanız var..

Barcelos Horozu’nun hikayesi oldukça eğlenceli… Bir zamanlar Barcelos’a Galiçya’dan bir seyyah gelir. Kaldığı handa hancının kızına aşık olur. Hanın sahibesi “neden bana değil de ona?” diye içerler -kuvvetle ihtimal- ve davacı olur yolcusundan.. Seyyah idam cezasına çarptırılır. Tam asılacakken son arzusu sorulur. “Hakimi görmek suçsuzluğumu ispatlamak istiyorum” der.

Hakim o sırada dostlarına yemek vermektedir. Seyyah son arzusu için hakimin huzuruna çıkarıldığında sofrada konuklara ikram edilmek üzere bekleyen kızarmış bir horoz görür. Masal bu ya, horoz seyyaha göz kırpar. Seyyah da hakime “Eğer suçsuzsam bu horoz üç kere ötecek” der. Hakim alaycı güler: “Hadi ötsün bakalım” der.. Ve mucize gerçekleşir, horoz öter.. Sonrası malum! Seyyah, hancının kızıyla evlenir ve ömür boyu mutlu yaşarlar..  Barcelo Horozu da sonsuza kadar Portekiz’in sembollerinden biri olur.

Lizbon’un Picoas semtinde bir “Timsah”, graffiti sanatçısı: Ericailcane

Lizbon duvarlarında rastladığım grafittilerden de bahsetmeliyim.. Sokak sanatını seviyorsanız bir graffitti rehberi alıp düşebilirsiniz yollara.. Kimi kazınarak yapılmış, kimi boyanarak..

Lizbon’dan birkaç faydalı adres verip bitireyim yazımı.. Yoksa sonu gelmeyecek.. Lizbon’a birkaç kez daha gitmek gerek. Gitmişken Sintra, Porto, Fatima, Cascais’i de gezmek gerek..

Dostlara küçük hediyeler götürmek için uğrayabileceğiniz dükkanlar:
Conserveira de Lisboa 
(Rua dos Bacaloheiros)
Loja Portugheza 
(Rua dos Fanqueiros)
Chicoraçao 
(Rua Augusto Rosa)

A Vida Portuguesa 

(Rua Anchieta 11 Chiado)

Yemek yiyebileceğiniz yerler:
Decadente Restaurant & Bar 
(Rua Sao Pedro de Alcantara, 81)
1300 Taberba
(Rua Rodrigues Faria 103 LX Factory)
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.