Fatma Tülin: “Sanat da bir bilgi dalıdır, öğrenmek belki diğer alanlara göre daha da karmaşık olabilir; görgü, beğeni, kültür, eğitim… Sanatçı olmak da, sanat izlemek de kolay değildir aslında.
Alışılmadık bir teknik alaşım deneyen, tablolarında çini mürekkebi ile akriliği buluşturan ressamın son sergisi 2011-2013 arası Paris’te gerçekleştirdiği çalışmalardan seçilerek oluşturulmuş.
İnsanlar izlerken eserin çağrıştırdığı anlamlarda serbest bırakılmalı, kendi kültür, beğeni, algı ve duygu penceresinden bakıp istediği gibi yorumlamalı gibi mi anlamalıyız bunu?
Keyfini arttırmak bir yana, bence sanat üzerine yorum yapabilmek için bu konuda bilgili olmak, çok yapıt görmek, iyiyle, iyi olmayanı ayırdedebilmek gerekir. Sanat da bir bilgi dalıdır, öğrenmek belki diğer alanlara göre daha da karmaşık olabilir; görgü, beğeni, kültür, eğitim… Sanatçı olmak da, sanat izlemek de kolay değildir aslında. Şu an Türkiye’de örneğin, sanat alanında büyük bir değer karmaşası yaşanıyor; sahte, spekülasyona dayalı bir sanat piyasası oluşturulmuş durumda. Birileri bu çarpık sistem üstünden para kazanıyor, çünkü sanat ölçütleri oturmuş değil, sanattan gerçekten anlayan çok az kişi var. Bu durumdan yeni yetişen kuşaklar da zarar görüyor.
Metinler ile dayatmalara neden gerek duyuluyor sizce? Sadece “önerme”yi
başarabilecek miyiz bir gün?
Sanatta metne dayatma olarak bakmak doğru mu bilmem…Sonuçta sanatçı kendi derdini aktarıyor bir anlamda, kabul görüp görmemesi izleyiciye kalmış birşey. Bazı yapıtlar yoruma açık bırakılır, bazıları da
sanatçı tarafından yönlendirilir. Örneğin benim de bir kavram etrafında geliştirdiğim sergilerim oldu; “Zaman- Kişi-Mekan”, ya da “Gezgin Parçalar” gibi… Metin eşliğinde sundum bu işleri… Ama bu sergimde izleyiciyi ben yönlendirmek istemedim, her resmin kendi sözünü söylediğini düşündüm. Sergiyle bütün olarak birşey aktarma kaygım olmadı bu sefer.
Yayımlanan küçük bir kitap…”Alis’in not Defteri” adı…bir yapıtın ortaya çıkmasına doğru uzanan bir serüven, bir arayış, salınımlar… yazıyorum; düşünceler, izlenimler, yıllardır epeyce birikti, belki
bir gün yayımlamayı düşünebilirim. Etkiliyorlar mı birbirlerini bilmem, biri tümüyle zihinsel bir uğraş, resim daha çok sezgisel belki..
Meslek yaşamını uzun bir süre boyunca istikrarlı bir biçimde devam ettirmiş bir kişi olarak, kadın ve iş hayatı konusunda ne düşünüyorsunuz?
Toplum kadının rolünü erkeğe göre ikincil ve edilgen olarak tarif etmekten yana, özellikle ataerkil topluluklarda… Oysa kadın hayatın aslolan akışını sürdürüyor; barınağı, beslenmeyi, çocuk yetiştirmeyi… Kadın meselesini sadece 8 Mart’ta konuşulan bir konu olmaktan çıkarmak gerek. Bir işte başarılı olmak için özveride bulunmak zorunda kadın; ya evinden, ya çocuğundan ya da genellikle işinden… Ben bu seçimi çok erken bir yaşta yaptım, işimi seçtim, çünkü gün 24 saat ve her şey birarada olmuyor. Toplum daha farklı düzenlenirse, kadın iş hayatını daha kolay bir biçimde gerçekleştirebilir; kadının uçak pilotu olmasına, erkeğin ev süpürmesine karşı olacak hiçbir biyolojik fark mevcut değil, her şey bakış açısında düğümleniyor. Bu konuda kadına da büyük iş düşüyor, yeni nesilleri onlar yetiştiriyor, farklı eğitmek onların
elinde… herşey değişebilir, hayatın esası değişim…Ve herhangi bir iş hayatı ev sorumluluğundan çok daha fazla tatmin edici… karşılığını daha net bir biçimde görüyorsunuz.
Sanatın insan yaşamındaki yeri ne olmalı?
Gündelik hayatın içinde yer almalı, duyarlık, bakış, zihinsel ve ruhsal bir varoluş biçimi olarak… Bu da ancak eğitimle sağlanabilir çocukluktan başlayarak… Sergi ve müze gezmek sanatı hayatınızın gerçeğine eklemlemeye yetmez, yine de hiç yoktan iyidir.