Gündüz Karul: “Çocukluğumdaki İstanbul’u kurmak isterdim yeniden…”

0 589
“Aşk”, tuval üzeri yağlıboya, 80 x 60 cm.


Gündüz Karul ile Tünel Sanat Galerisi’ndeki “Heyecanlarım” Resim Sergisi nedeniyle buluştuk. Nezaketi, fularlı şıklığı, açık renk gözleri ve Alain Delon yakışıklılığıyla dikkat çeken eski bir İstanbul beyefendisi ressam Gündüz Karul. Romantik resimlerine iyimser ve hayalperest bir coşku ve renk hakim. Yer yer parlayan özel karışım yağlıboyası sizi resimlerinin içine çağırıyorlar gibi.. Renk sarmallarının içindeki figürleri dikkatle bakarsanız görebiliyorsunuz ancak…

 
Resimleriniz her dönemde böyle renkli miydi?
Hayır.. Akademi yıllarımdaki resimlerim karamsardı. Son sınıftayken okuldaki birçok arkadaş gibi ben de vereme yakalanmıştım. Hastalık gelirken  melankolik ve içime kapanık resimler yapmışım demekki… Sebebini buna bağlarım.. Hastanedeyken birçok desen çalışmam olmuştu. Ben resim yapamadan duramam. Yapmazsam bunlar beni öldürür..

Çağdaş Sanat kavramına nasıl bakıyorsunuz?

Pek ilinti kuramıyorum. İkinci dünya savaşından sonra protest sanat akımlarının mahiyeti değişti. Güzelliklere isyan edip çirkinlikleri yaptılar. Protest şeyler yapmaya başladılar. Sonrasında kontrol edilemez hale geldi. Reddetmiyorum. Çok beğendiklerim, çok zekice bulduklarım var. Dehalarına hayranım. Bazılarının ise sadece taklitçilik yaptığını düşünüyorm. Yapılmış şeyleri tekrar tekrar yapıyorlar. Sanatta özgün olunmalı. Sanatçı kendi ruhunu, kendi düşüncelerini boyamalı…

“Kozmik Senfoni” tuval üzeri yağlıboya, 70 x 50 cm.


Sanatçının bir önderlik durumu var çünkü..

İnsanlık tarihi boyunca bu böyle olmuştur. Sanat enternasyonaldir. Sanat böyle bir şeydir.

 

 

Çocuklara sanat eğitimi verilmeli mi? Yönlendirilmeliler mi?
Evet. Çok gerekli bu. Çocuklara sanat eğitimi verilmeli. Bilmeden sevemezsin ki!! Dedem beni operaya götürürdü. Önceleri çok sıkıldığımı, koltuğa ayaklarımı vurduğumu hatırlıyorum. Dedem vazgeçmedi. Beni operaya götürmeye devam etti. Ve zamanla sevdim. Zevk görgüyle gelişir. Tanıyıp bilmeden sevmek mümkün değildir…

Okul yıllarınızdan neler hatırlıyorsunuz? Unutamadığınız bir eğitimciniz var mı?
Kabataş Erkek Lisesi’ni bitirdikten sonra Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu Seramik Bölümü’nde eğitim gördüm. Daha sonra Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne geçtim. Alman seramik hocamız Schleminger, kalın gövdeli, ince bacaklı, siyah fötr şapkalı iri yarı bir adamdı. Üzerimdeki etkisi çok fazladır. Onun rahle-i tedrisinden geçmekten çok memnunum. Bir gün hiç unutmuyorum. Derse girdi. Asistanından Dual pikaba Beethoven’ın 9. senfonisini koymasını istedi. Sonra asma kata çıkıp elindeki kutuyu açtı ve içindeki pinpon toplarını aşağıya doğru döküverdi.. Toplar her tarafta zıplamaya başlamıştı. Kimisi uzun uzun, kimisi kısa zıplıyordu. Müziğin ritmi içinde toplar zıpladıkça resimlerini yapmamızı istedi. Bir sömestir boyunca bu topları resmettik. Hala heyecanlanırım o günlerden bahsederken. Schleminger o zamanlar Türkiye için vizyonu çok geniş bir sanatçıydı…

“Akşam kayıkları, tuval üzeri yağlıboya, 60 x 40 cm.

 

İstanbul’u beş duyunuzla anlatır mısınız?
Şemsi Belli’nin “Renkli Balonlar” şiiri İstanbul’un her semtini hatırlatır.. Şimdi her tarafı beton olan İstanbul eskiden erguvan ve leylaklar içindeydi. Yalıları, köşkleri..  Ve bahçeler içindeki gülleri… Bu halleriyle yansır tablolara. İstanbul  leylak rengidir, kokusu kendine özgüdür. Su kokar, deniz deniz kokar..
Boğaz çocuğuyum ben. Kanlıca’da deniz kenarındaydı evimiz. Sabah uyanıp denize atlardım. Tuzunun bile tadı damağımda desem.. Balıkçılarla sohbet ederim hep. Ağlarını temizlerlerken… İstanbul’a dokunuşu ise kedilerle özdeşleştiririm. Moda’da yaşıyorum. Bilen bilir, Modalı kedileri sever ve korur. Her köşe başında kediler için su vardır, yiyecek vardır. Ben de severim bakarım kedilere. Severim…
İstanbul anılarınızdan konuşsak biraz… Kanlıca’dan, Moda’dan…

Ortaokulum da, lisem de karşı taraftaydı. Kanlıca’dan Emirgan’a, Beşiktaş’a vapurla gider gelirdik. Boğaz vapurunun kompartımanında herkesin yeri vardı. Gelmediği günlerde oralara oturulmazdı. Boş kalırdı. Vapurdan inin binen birbirine yol verir, birbirini selamlardı. Kaptan düdük çalardı kalkabilmek için… Hadi bırakın birbirinize reverans yapmayı da hareket edelim diyerekten.. (gülüşmeler..)

“Fenerbahçe Parkı”, tuval üzeri yağlıboya,

 

Sis olduğunda vapurlar çalışmazdı. Okula gitmezdik. İskeleden doğruuu kırlara top oynamaya giderdik. İri yarı bir sandalcı vardı. Ayı İsmail derdik.. Sis olduğu günlerde bizi karşıya o götürmeye başlamıştı. Çok iyi hatırlıyorum bir gün sandala binerken çantam denize düşmüştü de hemen yakalıyıvermişti batmadan… Çantamdaki her şey sırıksıklam olmuştu. O gün de harita çizdirmişti çoğrafya öğretmenimiz. Ben de çok özene bezene çizmiştim. Hepsi ıslandı tabii..  Çok üzülmüştüm. Coğrafya hocam beni teselli ettiydi. “Üzülme Güzdüz, ben seni bilirim. Titiz talebesindir.”demişti de anca sakinlemiştim.


Ortaokulunuz neredeydi?

Emirgan’daydı. Vapurdan inip “99 basamak” dediğimiz kestirme merdivenlerden okula çıkardık. Arkadaşım Taylan ile bir gün bu merdivenlerden çıkarken bir cüzdan bulduk. İçinde 500 lira gibi çok büyük bir para vardı. Karakola götürdük hemen. Okula da geç kaldık tabii. Müdür Ziya Bey bizi görünce çıkışmıştı geç kaldığımız için… Biz olup biteni anlatınca bizi alıp hemen karakola götürdü. O zamanlar eğitmene saygı duyulurdu. Polisler Ziya Bey’i görünce ayakta karşıladılar. Ziya Bey cüzdanı görmek istedi. Ve zabıt tutturdu. Kayıtlara geçirildi içindeki para… Sonra beraberce okula döndük. O hafta bayrak töreninde bir konuşma yapıp Taylan’la beni övdü, hareketimizi bütün çocuklara anlatıp bizi alkışlatmıştı… Aldığımız eğitim böyle idi. Şimdiki ahlak erozyonunu görünce biz daha çok üzülüyor, yaralanıyoruz bu yüzden…

Resimleriniz rüyalar, hayaller içinden görünen deniz, kayıklar, kelebekler, evler, kuşlar, çiçeklerle dolu… Denizi çok mu seversiniz?
Hep deniz kıyısında yaşadım ben. Kanlıca ve sonrasında Moda… Denizi, balığı, balıkçıları çok severim. Marangozluk merakım da vardır. Balıkçıları ve marangozları seyretmeyi de bu yüzden çok severim.  Balıkçılar ağlarını temizlerlerken, yırtıklarını onarırlarken onlarla sık sık sohbet ederim. Eskiden elimden geldiği için teknelerinin bazı ahşap ayrıntılarını bana yaptırırlardı. İç omurga parçaları kırılır örneğin, ben çok zevk alırdım onarmaktan… Karşılığında balık verirlerdi bana. Malta taşlarını oyar içine kurşun döktürürdüm. Lüfer oltaları için zoka yapardım. Elimden gelirdi bütün bunlar… Denizin bana kazandırdığı keyiflerdi hep…

“Laz Rıza’nın Kondusu”, tuval üzeri yağlıboya,
35 x 25 cm.

 

Tepsi baklavasına yüzme yarışı yapardık. Kanlıca’dan Emirgana yüzmek çok zordu. Akıntı yüzünden… Beykoz’dan İstanbula doğru kuvvetli akıntı vardı. Emirgan’ın önüne düşebilmek için Çubuklu Dalgıç Okulu’nun oradan atlardık suya.
Unutamadığım şeyler arasında Kanlıca önünde Yugoslav bandıralı Peter Zoraniç tankeri ile Yunan bandıralı World Harmony tankerinin  çarpışması var. Çarpışma öyle şiddetliydi ki alev almıştı iki tanker de.. Kıyıdaki Tarsus yolcu gemisine rampalayıp onu da tutuşturmuşlardı. Patlamadan önce gemiciler denize atlayıp kıyıya yüzmüş, koşarak kaçmaya başlamışlardı.. Biz de ablamla o sırada kıyıda olayın şokuyla seyredip duruyorduk. Bize bağırdılar… “Kıyıda durmayın, kaçın çabuk” diye… Gerçekten de tankerin patlayan varilleri saçılmıştı Kanlıca’ya. Gemiler aylarca yandı. Yakıt denize akıp denizi de tutuşturmuştu. Gemi trafiği durmuştu. Bu olayın suluboya resimlerini yapmıştım çocukken….
Moda’da eskiden plaj vardı. Neler hatırlıyorsunuz Moda’dan?
Denizde raft vardı. Moda plajı vardı.. Ben az atlamadım tramplenlerden… Atatürk Moda Deniz Kulübü’nde oturup rakı içermiş, denize doğru uzanan iskelenin ucundaki binanın üst katını yıktırmıştı manzarayı kapatıyor diye…  
Kurbağalıdere’nin Kalamış’ta denize kavuştuğu nokta pırıl pırıldı eskiden. Su o kadar berraktı ki çakıl taşlarını görürdünüz hep. Denize girerdik oralardan.

İstanbul için bir hayal projeniz var mı?
Var.. “Imagination is more important than knowledge” demiş Einstein… Bir gün rüyamda Belediye Başkanı olmuş görmüştüm kendimi. Şehri yeniden imar etmem istenmişti. Çocukluğumdaki İstanbul’u kurmaya karar vermişim. Uyanması çok acı oldu tabiii… İstanbul’a dair hayal projem de bu benim… İstanbul’a gelişigüzel yapılan binaları yıktırır, yerine bahçeler yapardım. İstanbul’un eski binalarının rölövelerini aldırıp aynılarını inşa ettirirdim. Eski sokak lambalarından yerleştirirdim sokaklara. “Masalın Sonu” resmimdeki gibi… Çocukluğumun köşklerini, yalılarını tekrar yaşatır, içine de zevkli insanları yerleştirirdim. Ve eski insanların anısını yaşatmak için evlere onların resimlerini asardım.. Bugün görgüsüzlük aldı başını gidiyor.. Zenginliği sadece para zannediyorlar. Bir kitabı başından sonuna kadar okumamış insanlar var, çantaları para dolu… 

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.