Anavatanı İznik’te geleneksel İznik çinisi üretilemiyor artık!

Çini sanatçısı Adil Can - Nursan Güven çifti İznik'teki atölyelerinde geleneksel İznik

0 749
Paris Louvre Müzesi’nde sergilenen İznik çinisi örneği

 

Londra British Museum’da sergilenen İznik çinisi örneği

 

Geleneksel İznik çinilerini İstanbul, Londra, Lizbon, Paris ve Dusseldorf gibi dünya şehirlerinin müzelerinde görmüştüm ama ne yazık ki doğduğu kent İznik’te halen bir İznik Çinisi Müzesi ya da bir İznik Çinisi Araştırma Enstitüsü bulunmuyor.

Yeni göç ettiğim İznik’te ilk yaptığım işlerden biri çini sanatçısı Adil Can – Nursan Güven çiftinin atölyesini ziyaret etmek oldu. Geleneksel malzeme ve bilimsel yöntemlerle ürettikleri Anadolu medeniyetleri seramiklerini seyrettim uzun uzun. Milet, Bizans, Roma, Anadolu Beylikleri, Selçuklu ve Osmanlı dönemi çini örneklerini…

31 yıldır klasik İznik çinisinin üretim tekniği ve modellerini gelecek kuşaklara aktarmak için uğraş veren sanatçı çift, Anadolu uygarlıklarının günlük yaşamında yer almış model, desen ve teknikleri o dönemin felsefesiyle yorumluyor, gerçek İznik çinisi üretebilmek için torna çekiminden fırınlamaya kadar bütün aşamaları atölyelerinde gerçekleştiriyorlar.

M.Ö. 5000’li yılların perdahlı kaplarını, redüksiyonlu Grek seramiklerinin (kırmızı ve siyah figürlü), beyaz hamurlu – rölyefli Roma seramiklerinin, Bizans ve Selçuk sgrafitto (astar kazıma tekniği) seramiklerinin, slip (astar bezeme tekniği) tarzı seramiklerin, renkli sırlı siyah desenli Selçuk ve Osmanlı seramiklerinin, Beylikler Dönemi’nin mavi beyaz seramiklerin, Çanakkale seramiklerinin, 18. yy Kütahya çinilerinin örneklerini yapıyorlar. Bir yandan da 15-16-17. yy İznik çinilerinin benzerlerini İznik’te bulup geliştirdikleri bir hammaddeyle özel koleksiyonlar için üretiyorlar.

 

Karma ve kişisel birçok sergi açmış olan sanatçı çiftin seramik çalışmaları Kültür Bakanlığı tarafından 2001 yılında sanat eseri olarak kabul edilmiş, buna dair belge verilmiş!

Aile geleneğini sürdüren oğulları Rauf Sadi Güven ve Cem Güven’in de çalışmalarının yer aldığı showroom ve atölyeleri halkın ziyaretine açık. Büyük bir titizlikle ve geleneksele bağlı gerçekleştirdikleri üretimleri dünyanın dört bir yanındaki özel koleksiyonlarda yer buluyor. Rahmi Koç, İnan Kıraç, Kanada’da Ağa Han Müzesi gibi…

İlk atölyenizi nasıl kurdunuz?

Adil Can Güven: Çıraklık süreci zor bir süreçti. İnegöl’de dedemin çiftliğinde çalışıyor, arkadaşlarımın atölyelerinde bir şeyler yapıyordum. İlk ustam, dayım Abdurrahman Özer idi. Onun vasiyeti üzerine ilk atölyemizi açtık eşimle… Dayım hastalanmıştı. Eşim Nursan Hanım baktı ona. Son bir haftasında vasiyet etmiş. “Birlikte yapalım istedim ama olmadı. Bunu yaparsan sen yaparsın, kendi atölyenizi kurun!” demiş. Biz de 1983’te vasiyeti üzerine atölyemizi kurduk.

İlk yaptığınız çini çalışmaları nelerdi?

Nursan Güven: Prehistorik çağa ait el yapımı kaplar yaptık. Astar kazıma tekniği ile Bizans işleri yapmaya başladık. Anadolu Beylik dönemlerine ait seramikler yaptık. Yunan seramiklerinin, Selçuklu, İznik çinisinin yapım tekniklerini araştırarak değişik uygulamalar yaptık.

Sonra? İznik’e ne zaman geldiniz?

Adil Can Güven: 1990’da İnegöl’den İznik’e geldik.  İstanbul Çamlıca’da aşı toprağı bulmuştum. Aşı toprağı (ocra) demir oksit içeren boya niteliğinde kayaçların içinde sızma ile ince biriken bir topraktır. İznik’te Faik Kırımlı Hoca’nın yanına gittim. “Kırmızı toprak getirdim size deneyin diye” dedim.. Rahmetli Rasih Hoca sert birisiydi. “Kırmızıyla uğraşma, git lacivertle çalış…” demişti. Ben de Eşref Eroğlu’nu buldum ona götürdüm. O da kullanmadı bu kırmızıyı.

Biz çalışmalarımızı sürdürdük ve 1991’de İznik’in ilk çini sergisini açtık. Ömrümüz klasik İznik çinisinin hamuru için dağlarda malzeme yani toprak, kil aramakla, kazı çöplerindeki seramik atıklarını incelemekle geçti. 38 senedir araştırıyoruz. Deneyler yapıyoruz. Killer deniyoruz.

İznik kazılarından neler çıkıyor? Çini buluntuları hakkında bilgi verebilir misiniz?

Adil Can Güven: İznik kazılarında çok seramik bulundu. İznik höyükleri M.Ö. 5000’e kadar gider. Tam manasıyla kazılmadı. Beyaz toprak, sarı ya da yeşil sırlı idi. Paganist desenler, Bizans seramiklerinde haç motifleri vardı. Bunlar Hacı seramikleri olarak anılır. İstanbul ve Kudüs’e kadar gitmiştir geç Roma, erken Bizans seramikleri.

Günlük yaşam tabak çanak gerektirdiğinden seramik ustalarını yanlarında getirdi Selçuklular. Anadolu’ya İran’dan kobalt oksiti yani laciverti taşımış oldular. Beylikler devri seramikleri oluştu böylece. İznik’te Milet fırınları görülür ki bunlar gökten inmedi. Bizanslılar ve rumlarla aile kurmuş Selçuklular.  Selçuklulular İznik’i terk ettiğinde bu gelenek hala devam etmiş olmalı.

İznik 1078 yılında Kutalmışoğlu Süleyman Şah tarafından Bizans hakimiyetine son verilerek, Selçuklu’ların başkenti ilan edilmiş. Çeyrek asır bu görevini sürdürmüş. O devirde geçerli mesleklerden biri de hiç kuşkusuz çanak çömlek yapımı ve ticaretiydi. Bizans’ta özellikle İznik’te sgrafitto (astar kazıma) tekniği ile yapılan krem renginden tutun, hünnap sarısı ve elma yeşiline kadar zengin renk skalasında sırlı, kuşlu kaseler çok revaçtaydı. Selçuklu ustalar da bu teknikleri geldikleri yerlerden, ustalarından öğrenmişlerdi. Ama Bizanslılar için bilinmeyen ve Anadolu’da eser miktarda bulunabilen bir oksiti de yanlarında getirmişlerdi. Bu kobalt oksitti. İznik’te hem renkli sırlı kazıma desenli çanaklar yapmışlar, hem de kırmızı hamurlu beyaz kil astarlı. Bu çanaklara başka bir renk katmışlardı: kobalt mavisini…

Bugün literatüre Milet işi diye geçen aslında Beylikler dönemi seramikleriydi. Bazı sistematik kuralları olmakla beraber dekorlaması atölyelerin ve ustaların kabiliyetlerine bırakılan çanaklardı bunlar. Serbest fırça ile yapılanları da vardı, rozetli, balıklı, kuşlu olanları da. Genellikle göbeklerin etrafı ince dilimlerle bezenirdi. Bu çanakların bir diğer farkı da diplerinin Bizans çanak diplerine benzememesiydi. Bugün buluntulara baktığımızda bu ayırımı yapabiliyoruz. Halkın kullanımı için yapılan bu seramikler, 18.yy’a kadar devam etmiştir. Burada usta çırak geleneğinin devamını görmekteyiz.

Anadolu’ya gelen Selçuklular İran’dayken yepyeni bir teknik geliştirdiler ve kobaltı da beraberlerinde getirirler. Horasan, Kaşan, Tebriz’den gelenler biliyor bu sanatı. Osmanlı ve Selçuklu malzemeleri farklı. Yüksek derece silis konulduğunda kuvars kurşun ve soda eritilerek frit yapıyorlar. Hamurun içine katıldığında camsı görüntü elde ediliyor. İznik çinisi hamuru ise kil, frit ve kuvarstan oluşur.

İznik’e gelen Selçuklu ustalar, Bizanslı ustalarla beraber çalışmışlar ve kaynaşmışlardır. Öyle ki içlerinden bazıları Bizanslı hanımlara evlenmiş, çocuk sahibi olmuştur.

 

Bildiğimiz biri var mı? Ustanın hikayesini aktarsak?

Adil Can Güven: 16. yy ustalarına yetişemedim ama size adında eski ustaları sembolleştirdiğim Bahtiyar Usta’nın hikayesini anlatayım. Günümüzden beşyüz yıl evvel çamurlu sokaklı, kerpiç evli ve bataklıklı bir İznik vardı. Yolları Roma’dan kalma ıssız, bozuk ve yokuştu. Halk sıtmadan kırılıyordu. Bu fakirliğe ve hastalığa ragmen insanları azimliydi, sanatkardı. Sıtmadan yeni kalkan bir çini ustası uzun zamandan beri bir renk üzerine çalışıyor, başarılı olamıyordu. Ayasofya’nın arkasındaki attölyelerden biri de onundu. Saraydan en az destek alanlardandı. Fakir bir atölyeydi. İki çırağı bir de kalfası vardı.

Bir sabah atölyesine girdiği gibi emirler yağdırdı. İlk sorduğu şey “Odun geldi mi?” oldu. Cevap olumluydu. Çıraklardan birine taş değirmende astar öğütmesini, diğerine de terazisini ayarlamasını söyledi. Kilitli dolabından dolu torbasını çıkardı.  Granir bir havan ve arap zamkını da… Rutubetli küçük pencereli atölyesi onun laboratuvarıydı. Hiç kimseyle konuşmadan dört gün çalıştı. Kalfa ve çırakları onun yokluğunda bir fırınlık evani hazırlamışlar, birinci pişimlerini yapmışlar, astarlayıp tekrar pişirmişlerdi.

 

 

Evani ne demek?

Mimaride kullanılan çiniye 18. yüzyıla kadar “Kaşi”, çini kapkacağa yani tabak, çanak, vazo, kaseye de “Evani” adı verilmiştir. O dönemde Çin’den ithal edilen porselenlerin ünlüydü. Türk yapısı “Kaşi” ye, kalitesinin yüksekliğini vurgulamak için “Çini” denmeye başladı.

Dönelim Bahtiyar Usta’nın hikayesine…

Bir gün tahrirciler (Türk motifleri ile hazırlanmış desenleri, farklı formdaki yüzeylere aktarıp, sıraltı tekniğinde çalışanlar) geldi. Boyalar ve fırçalar çıkarıldı. Çalışmaya başladılar. Bir ara kaşicibaşı avluya girdi. Bahtiyar Usta’yı sordu. Odasında dediler. Kaşicibaşı tahrircilerin yanına ilişti ve kaç parka bezediklerini listelemeye başladı. Yemekler yendi. İki milet çanak atık kemiklerle beraber fırının en dibine atıldı.

Neden?

Bereketi kaçmasın diye… Sonra bezemeler yapıldı, boyalar sürüldü. O sırada Bahtiyar Usta odasından zafer kazanmış komutan edasıyla bahçeye çıktı. Elindeki boya kabını tahrirciye uzattı: “Çiçekleri boya çocuk, boyaya acıma, çok kalın sür. Meret alazada (yüksek ateşte) uçuyor” dedi.

Kaşicibaşı Bahtiyar Usta’ya solgun ve zayıflamış olduğunu söyledi. Ama çok iyi biliyordu ustanın ölümü bile göze alacak kadar mücadeleci olduğunu. Bütün renkler oluyor da neden kırmızı olmuyordu? Her şeyi deniyor, başaramıyordu. Kırmızılar yüksek ateşte uçuyor, kayboluyor, yanıyordu.

Sırçalar (cam parçacıkları) taş değirmende öğütülmüş, incecik tülbentlerden elenmiş, arap zamkı ve pekmezle karıştırılıp sulandırılmıştı. Sırlama yapıldı. Rötuşlar yapıldı. Fırın gece yakılacaktı. Bu arada çömlekçi çamuru ile fırının çatlamış duvarları sıvandı. Kase ve tabaklar fırına dizildi. Bahtiyar Usta fırının içerisine çeşnisini koymuştu.

Çeşni nedir?

Ceviz kadar bir çamur altlığının üzerine saplanmış bir deliği olan çini parçasıydı bu. Üzerine boyalar sürülmüş sıralanmıştı. Tabii kırmızı da vardı… O zamanın derecesiydi bu çeşni. Fırın kapısının tam ortasındaki gözetleme deliğinden bir tel sokup onu oradan alacaktı. Çeşni üzerindeki sırça oluşmuş ise ateşi çekerlerdi.

Bahtiyar Usta hastaydı. Yanan ateşe bakarken gözü dalmış çok eskilere gitmişti. Büyük dedesi Semerkant’tan gelmişti. Dedesinin fırını da böyle kızarıyordu. Yeşil çömleklerin kırıklarıyla kendine oyuncak fırın yapardı. Bir ara içi cız etti. Rahmetli babasının fırını aniden çökmüştü. Odunların sesiyle kendine geldi…

Bahtiyar Usta’nın kırmızıyı arayışını, ömrünün buna vefa edip etmediğini merak ediyorsanız. “Fağfur’dan Çini’ye” ismiyle yapılan filmi izleyebiliriz.. Bahtiyar Usta hikayesi İznik çinisinin temsili öyküsüydü. Paylaştığınız için teşekkür ederim. Başka ustaları da yad edelim mi?

Adil Can Güven: 16. yüzyılda üretilen çinilerde usta ismi bulunamadı. Abraham Usta Kütahyalıdır. Sürahi bir ibrikte vardı ismi. Tek tük çıktı imzalılar… Mesela İbri (yabancı) Hoca yazan bir tabak bulmuştum. Tabağın arka dudaklarında yazılı idi.

Fatih devrinde saray nakkaşhanesinde ki ehl-i hiref atölyeleri İznik desenlerini çalışıyordu. Sarayın Ehl-i Hiref teşkilatı, “sanat ehli” olan sanatkâr ve zanaatkârlarla, hizmet veren çeşitli uzman kişilerin mensubu oldukları bölüklerden oluşan sarayın eğitimli üretim teşkilatıdır. Yavuz Sultan Selim İran seferinden dönüşünde 16 Tebrizli usta getirmişti yanında.

Mimar Sinan da el atıyor işe. İznik çinisinin mimaride kullanılabilmesi için büyük emek veriyor. Stalaktit çiniden yapılmış cami duvarları. Geometri, matematik bilgisini katıyor. Ümmi (okuma yazma bilmeyen) ustaların koordinasyonu ile uğraşıyor.

Stalaktit nedir?

Mukarnas demek. Yanyana ve üstüste yerleşen, içerden dışa doğru prizmatik meyille taşarak oluşan üç boyutlu bir mimari bezemedir.

Bizans dönemi çanak örneklerinizdeki Ağlayan Kuş deseninin hikayesi ne acaba?

Size İznikli Aptal Kuş hikayesini anlatayım. Milattan sonra dokuzyüzlü yıllarda yaşayan Gregory Usta’nın kuşlu Nikaia kapları dillere destandı. Ağzından damla akan, bazen yılan bazen solucan, ağzında türlü şeyler taşıyan bu kuş Gregory Usta’nın İznikli kuşu olarak biliniyordu. Herkes kuşun hikayesini merak ediyordu. Değişik yorumlar vardı. Rahip Haço, kuşun Aziz Yohanna’nın, halk ise Hz. İsa’nın ölümüne ağlayan doğanın sembolü olduğunu ileri sürüyordu. Bir gün kilisenin rahibi kaselerdeki kuşun anlamını sordu Gregory Ustaya. Babasını yedi yaşında kaybetmiş olan Gregory Usta bir hacı kervanıyla gelmiş İznik’e. Atmış yedi yıl sonra Antakya’dan bir rahip babasının yüzüğünü vermis ona. Asyalı sultanların yüzüklerine benzeyen yüzüğün oval yüzünde çok ince kazınmış koca gözlü bir kuş motifi varmış.

Babasının ona bıraktığı mektupta yazdıklarına uymuş Gregory Usta. Bakmayı değil görmeyi öğrenmiş. Yüzükteki kuştan çanaklarında bir farklılık yaratmış. Ellerinin marifetini kullanmış. Çini ustası olmuş. Yarattığı kuş motifi yüzlerce yıl İznik’I hatırlatmış. Kimine göre gagasında barış dalı taşıyan, kimine göre gagasından kan damlayan kuş olmuş.

Sanat ve sanatçı tanımınız nedir?

Adil Can Güven: Sanat, önce usta olmak gerekir. Hakiki ustası… Ustalık onu zaten perçinliyor. Üretiminizde yeni tasarımlara yol açıyor. Bünyesine uygun yapıyorsunuz. İleride de halkın teveccühü ile sanatkar olabiliyorsunuz. Çini sanatçısı yoktur. Replikalar zanaattır. Bilgi birikimi ve özgün motifleri olursa sanatçısı ancak olabilir. Desen ustası denebilir.

Nursan Güven: Eşim de ben de kendimize sanatçı diyemiyoruz. Devlet Güzel Sanatlar Müdürlüğü değerlendirdi bizi sınavdan geçirdi. Yaptığımız eserlerin sanat eseri olduğuna dair belge verdi.

Bir işte ustalaştığınız zaman yan dallarla da ilgilenip özümseyip kendinize ait bir şeyler çıkarabiliyorsanız sanatçısınız. Sanat da sanatçının ürettiğidir. Sanatçı ilerisini görebilen kişidir. Günümüzde öldükten sonra ya da kendini iyi pazarlayarak sanatçı olunabiliyor. Yaptığı işlerle değil, şovlarla sanatçı olanlar var.

Atölyeler yıllar sonra nasıl canlanıyor İznik’te?

1985’te Faik Kırımlı hoca İznik’e gelip kendini bu işe adamış. Eşref Eroğlu ile birlikte atölye kurdular. Eşref Bey,

eşi ve Rasih Usta’nın atölyesi vardı. İznik’teki medrese restore edildi. Yeni yeni çiniciler yerleşti.

İznik çiniciliğinin kaybolmaması, gelişmesi için ne gerekiyordu?

Adil Can Güven: Usta çırak ilişkisi. Hayata geçen atölye tecrübeleri.. Ustam ölmeden ben atölye açamadım mesela. Ahi geleneğidir. Eski ustalar hadlerini biliyorlar, insanlığı biliyorlardı.

Bugün İznik’te atölyelere desen çalışmaları için satılan bisküviler nedir?

Kütahya’da yapılan fayans türü birinci pişimi yapılmış yarı mamül ürünlerdir.

İznik çinisinin coğrafi işareti var mı?

Adil Can Güven: 30/12/2009’da alınmış. Bize göre eksikleri var. Bunu masaya yatırmak lazım. Ama sanırım yeterli görüyorlar!

İznik çinisi için belirleyici kriterler kondu mu? İznik çinisi tanımı nedir?

Adil Can Güven: Günümüz İznik çinisi diyorum. Bugün üretilenlere geleneksel İznik çinisi diyemeyiz. Günümüzde İznik atölyelerinde üretilen çiniler bisküvi üzeri desen ve sırlamadır. 900 derecede pişer. Bu fayanstır. İtalya’daki Faenza şehrinden alır bu adı. Kalkerli ak çini yani…

Nursan Güven: İki tür İznik çinisi vardır. Tabak çanak vazo Evani türüdür. Duvar kaplaması Kaşi türüdür. Camlı (firitli) İznik  çinisini malzeme ve usta belirler. Üç aşamada pişim yapılır: bisküvi, astarlama, dekorlama ve sırlama 920 derecede pişer. Yüzde 30-40 fire ile yapılır.

Hala mı fire veriliyor?

Geleneksel olarak yapıyorsanız böyle!

Sizin formülünüz var mı?

Elbette var. %70 kuvars, % 20 cam tozu (firit) % 10 kil.

Firit nasıl yapılıyor?

Kuvars soda ve kurşun ile 1200 derecede camlaştırılıyor. Hamura katıyoruz, yüzey sırında kullanıyoruz. Boya yapımında kullanıyoruz.

Bu formülü açıklıyorsunuz… Kullanan yok mu?

Olursa memnun olacağız.

Fire vermemesi için geleneksel metodun dışına çıkmak mı gerekiyor?

17. yy’da bitiyor İznik çiniciliği. 18.yy’da Kütahya’ya giden ustalarla beraber Ermeni ustaların yaptığı İznik çinisi vasfında seramikler var. Şimdi Pera Müzesi’ndeler…

İznik çiniciliğinin gelişmesi için proje ve önerileriniz nedir?

Adil Can Güven: İznik Meslek Yüksek Okulu Uludağ Üniversitesi’ne bağlıdır. Geleneksel İznik Çinisi bölümü açılsın arzu ediyordum. Maalesef bu omadı. Şu anda endüstriyel ara eleman yetiştiriyorlar. Üniversitelerde iznik çinisi çalışmaları yapılıyor. Bildiriler biraraya getirilebilir. İznik çinisinin geleneksel yöntemlerle üretilebilmesi için bir araştırma enstitüsü kurulmalı. Seramik ve çini araştırma ARGE kurulu olmalı. İznik çinisinin malzemesini tespit etmek lazım. Atölye ve usta çırak  eğitimi şart. Okul bilgileri üzerine en az iki yıl usta çırak süreci şart.

Bugün Kütahya’da yapılan seramiklerle İznik çinisi arasındaki fark nedir?

Adil Can Güven: 19.yy ortalarından sonra Avrupa’da porselen formülü geliştirilmiş, fabrikalar kurulmuştu. Çıkan mallara pazar aranıyor. Tabii Anadolu’ya da bu ürünlerden geliyor. Kütahya’da yapılan 18.yy seramiği gelen ucuz porselenlerle rekabet edemiyor.  % 30 fire veriyor ustalar.

Ustalar yeni usuller aramaya başlıyor. Kütahya’da ermeni ustalar Müslüman ustalarla beraber iznik çinisi efsafında çiniler yapıyorlar, İznik çinisine benzeyen bir ürün ortaya çıkarıyorlar.

İznik çinisinin omazsa olmazı özel kili, kuvars ve cam tozudur (firit). Kütahyalı ustalar bu formülü değiştirerek cam tozu firiti hamurdan çıkarıyorlar. Kuvarsını azaltıyorlar. Kilini çoğaltıyorlar ve kalkerli bir malzeme koyuyorlar. Mermer (dolamit) ve fayans yapıyorlar. Firesi yüzde 1-3 arasıdır. Görsellik bakımından İznik çinisine benzer. İşlemesi daha kolaydır. Kütahya ile İznik arasındaki hamur farkı budur.

Nursan Güven: İznik çinisinde sarı yoktur. Form, desen ve renk farklılıkları vardır.

Nadir İznik çinilerimize örnek verebilir misiniz? Nerelerde görebiliriz?

Nursan Güven: Hepsi saraya yapılan nadir çiniler. İznik çinisinden üretilen divitlerden sergilenen sadece üç tane var dünyada. Londra’da  British Museum ve Victoria Albert müzelerinde, Paris’te Louvre Müzesi’nde.

Yeniden yapılamaz çinilerdir. Görmek için Topkapı Sarayı, 16. yy cami ve türbelerimizde, özel koleksiyonlarda, çinili köşk, Sadberk Hanım Müzesi’nde, Ankara, Bursa ve Edirne müzelerinde… Türkiye’deki müzelerde birkaç parça görebilirsiniz.

İznik’te Çini Müzesi yok. Sadece 1.Murat Hamamı’nda Adil Can – Nursan Güven atölyesinin ürettiği tarihi dönemleri yansıtan bazı örnekler var. Bir de Nilüfer Hatun İmareti’nde açılan İslam Eserleri Müzesi’nde az da olsa iznik çinileri sergilenmekte… Peki şehirde İznik Çini Müzesi levhaları gördüm, onlar nedir?

Bir ara 1. Murat Hamamı’nda açılmıştı.  Sonra lağvedildi ama levhaları kaldı yadigar.

Çiniler nerede?

Bursa Müzesi’nden gelmişti. Oraya geri gitti. 1962’den beri kazılardan toplanan bütün eserler depolarda duruyor. Envanter ve etüdlük..

Adil Can Güven

1953 yılında İnegöl’de doğdu. Usta-çırak geleneğini sürdüren bir ailenin ferdi olan Abdurrahman Özer’in yeğenidir. Abdurrahman Özer, 1930’lu yıllarda Çanakkale, Kütahya gibi birçok seramik üretim merkezinde çalışmış bir figürin sanatçısıdır. Geniş malzeme ve geleneksel yöntem bilgisine sahip, bu birikimini usta çırak geleneğiyle aktaran çini ve seramik sanatçısıdır. Adil Can Güven, 17 yaşında dayısının yanında seramik öğrenimine başlamış, Kütahya, Çan, Çanakkale gibi seramik merkezlerinde ustaların yanında çıraklık yapmıştır. Yanlarında demlendiği Tanzer Orbay, İsmail Bütün, İrfan Güngör gibi büyük ustalardan el almıştır. 1995’te girdiği Uludağ Üniversitesi İznik Meslek Yüksek Okulu’nda öğretim görevlisi olarak  beş yıl çalışmıştır. Daha sonra da eşiyle birlikte 1998 yılında İnegöl’deki atölyesini İznik’e taşımıştır.

Nursan Güven

1961 yılında İnegöl’de doğdu. İlk orta ve lise tahsilini İnegöl’de tamamladı. 1982 yılında Adil Can Güven ile evlendi. 1983 yılında İnegöl’de ilk atölyelerini açtılar. Anadolu’nun geleneksel çini ve seramik yapım teknikleri, form, desen, malzeme ve felsefe araştırmalarını yapıp yeniden hayata geçirmeye başladılar. Özellikle İznik’in erken Osmanlı seramikleri konusunda araştırma ve denemeler yaptılar ve bu seramiklerin yeniden canlanmasını sağladılar. 1991 yılında İznik Arkeoloji Müzesi’nde ilk sergilerini açtılar. İznik’te açılan ilk çini ve seramik sergisiydi. Nursan Güven daha sonra İnegöl, Bursa, İstanbul ve Ankara’da kişisel ve karma birçok sergi, fuar ve etkinliğe katıldı: Bursa Kent Müzesi açılış sergisi, İnegöl Kent Müzesi açılış sergisi, 2010 İstanbul Kültür Başkenti etkinliklerinde Kültür Bakanlığı Uluslararası el sanatları etkinlikleri, Japonya’da Dünya seramik sanatçıları karma sergisi. Nursan Güven 2011 yılında Kültür Bakanlığı araştırma ve eğitim genel müdürlüğü tarafından geleneksel sanatlar sanatkârı olarak kabul edilmiştir.

Meraklısına notlar…

Bizans işi

Bizans seramikleri 9 -15. yüzyıllar arasında İslam ve Avrupa seramiği arasında bir köprü niteliğindedir. Tek renkli ve çok renkli akıtma, astar bezeme, astar kazıma (Sgrafitto) teknikleri ile yapılan, kırmızı hamurlu ve beyaz kil astarlı, zeytin yeşili ve sarı sırlı seramiklerdir. 900 derecede pişirilir. Özellikle ağlayan kuş figürü yaygın görülür.
Hikayesi hazindir. Ellerinde ve yüzünde yaralar olan Bizans Prensesi Eftalya göl kıyısında yerden çıkan sıcak sularla banyo yaptıktan sonra yaralarının iyileştiğini fark eder. Bir süre şifa için burada kalır. İmparator babasının inşa ettirdiği hamamda yıkanır güzelleşir. Gölde sandalla gezinirken karşı kıyının dağ eteklerinde yaşayan bir delikanlıya gönlünü kaptırır. Birbirlerini ziyaret etmeye başlarlar. Ama bir gün sevgilisine giderken prensesin kayığı batar ve prenses boğulur. O günden sonra Efteni adını alan gölde sevgilisine kavuşamadan giden Eftelya’nın hayali sazlıklardan havalanan nadir kuş Mezgeldek Kuşu ile özdeşleşir. Bizans işi seramik kaplardaki Mezgeldek Kuşu deseni bizim anka kuşumuza benzemesi nedeniyle çok beğenilir.

Selçuklu işi

Slip tekniğiyle yapılır. Anadolu’da Bizans ve Selçuklularla başlayan kırmızı çömlekçi kili üzerine beyaz astarla desenleme tekniğidir. Bu yüzden astar bezeme tekniği olarak bilinir. 10.yy.dan itibaren Anadolu’da görülür. Çömlekçi tornasında form verilen kırmızı kil, kuruduktan sonra astar denilen beyaz kille desenlenir. Birinci pişimi yapılan form daha sonra renklendirilmiş sırlarla sırlanır. Yeşil, sarı, turkuaz ve tonları bu seramiklerde görülebilir. Genelde merkezde rozet veya çiçek bulunur. Bitkisel motifler tercih edilmiştir.

12. yüzyıl seramikleri

Sgrafitto tekniğiyle yapılmış seramik kaseler kırmızı çömlekçi kili üzerine kaplanan beyaz astarın kazınmasıyla desenlenir. Yeşil, sarı ve kahverengi sırlarla 900 derecede pişirilir. Rufai, Bektaşi gibi tarikatların kullandığı değişik ifade tarzları araç gereçlere yansımış, böylelikle ortaya tarikat sembolleri çıkmıştır. Bu sembollerin kullanıldığı objelerden biri içlerinde ve dış yüzeylerinde ayet ve dualar yazılı olan içinden içilen sudan şifa alındığına inanılan taslardır. Bronz, değerli taş, fil dişi ve seramikten yapılmışlardır. Merkezde çeşitli tarikatları, Hz. Muhammed’i tasvir eden yazı ve şekilleri (güllleri) ile bezeli bir daire vardır. Etrafı ise Süryanice, Arapça ve Farsça yazılar ve dualarla çevrilidir.

Milet işi

Anadolu’da 14. ve 15. yüzyıllarda Beylikler döneminde İznik ve Kütahya’da siyah, mavi, turkuvaz, yeşil, mor ya da kahverengi boya ile bezeme yapılmış, saydam veya turkuvaz sırla sırlanmış seramik gurubudur. Bu seramiklerin birinci pişimi, kırmızı çömlekçi kilinin şekillendirilmesinden sonra beyaz kille astarlanarak yapılır. Bisküvi denilen birinci pişimden sonra bezemesi yapılır ve saydam sırla sırlanarak 900 derecede tekrar pişirilir. Milet işi seramiklerde genellikle bitkisel ve geometrik desenler ağırlıktadır.

Kütahya işi

Kütahya’da ilk çini örnekleri 14. yüzyılın sonlarında görülmeye başlanır. Çinide asıl ilerleme İznik’in çini sanatının zirvesinde olduğu 16. yüzyılın ikinci yarısından sonra başlar. Özellikle İstanbul’un çini ihtiyacını karşılamak için Kütahya’da çini atölyeleri kurulmuş, Osmanlı’nın gerileme dönemiyle beraber İznik’te çinicilik de aynı hızda gerilemeye başlamıştır. 18. yüzyılda çinicilik sanatının İznik’te tamamen kaybolmuş, Kütahya bu alanda faaliyet gösteren tek yer olmuştur.

Haliç işi

15.-16. Yy’da üretilmiş vazo, kase, tabak, kandil formlarında üretilmiş mavi beyaz Osmanlı seramiklerinden farkı spiral dallar üzerindeki çiçek ve yaprak desenlerinde mavi, turkuaz ve siyah kullanılmış olmasıdır.

Osmanlı işi

Lacivert çin porselenlerine hayran kalan Osmanlı sarayı çini ustalarımızdan fağfur (porselen) yapmalarını istemiştir. Desenleri ve malzemeyi göndererek İznikli ustalara 17. yüzyıla kadar malzeme ve fırın çalışmaları için destekte bulunmuştur. Kusursuza varmak için çok çalışan ustalar her şeyi denemelerine karşın taş, tuğla ve kerpiçten yaptıkları fırınları 900 derece ısıya çıkaramıyor, çok fire veriyorlardı. Onbirinci yakışta hepsi birer birer çöküyordu. Hatalı bütün ürünler ve çöken fırınlar toprağa gömüldü. Bütün bunlar İznik’te bugünkü kazılarda ortaya çıkmakta…

Çanakkale işi

Çanakkale 17. yy sonlarından 20. yy ilk çeyreğine kadar özgün ve ilginç formlu eserlerin üretim merkezi olmuştur. Seramiklerde kaba kırmızı hamur, nadiren de bej renkli hamur kullanılmıştır. Sadece bu seramiklere özgü olan yeşil, sarı, kahverengi şeffaf sır kullanılarak, morumsu kahverengi, turuncu, sarı, lacivert, beyaz boyalarla desenlenmiş ve kendine özgü rozetlerle süslenmişlerdir. Ayrıca sır üstüne altın yaldız kullanılarak bitkisel motifler yapılmıştır. Günlük kullanım amacı ile küp, testi, sürahi, ibrik, maşrapa, tabak, vazo, yazı takımı, mangal bulunmaktadır. Bunlara ek olarak burma kulplu, gaga ağızlı veya emzikli testiler ve halka gövdeli at başlı testiler de üretilmiştir.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.