Ayşim İncesulu: “Yeni nesil çocuklar bir başka parlak ve farkındalıkları yüksek çocuklar.”

0 196
Yeğenim dört yaşında. Onunla her oyun oynadığımız, kitap okuduğumuz, sohbet ettiğimizde bir başka şeye şaşırıyor, hayranlık duyuyor ve üzerinde düşünüyorum. Zamane çocuklarının algıları, tepki ve davranışları sanki daha farklı… Uzaylı gibiler. Hata affetmiyorlar. Anne babaları da öyle!
Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Uzmanı, Psikolojik Danışman ve Rehber Ayşim İncesulu ile bu konuyu, okul öncesi eğitimi konuştuk:
Neden bu mesleği seçtiniz?
Seçtim mi? Bilemiyorum.. Sanki bu işi yapmak üzere doğmuşum gibi geliyor bana. Altı yaşındayken kardeşime ve komşuların çocuklarına gönüllü olarak keyifle “ablalık” yapıyordum. Annemi modellediğim yaşlarda kendi odamda kurduğum sanal dünyada oynadığım yaratıcı oyunlarda da hiç zorlandığımı hatırlamıyorum. Ortaokulda serbest kompozisyonda seçtiğim konu da çocuklar üzerineydi… En parlak notumu almıştım. Lise yıllarında ise arkadaşlarım telaşla araştırırken ben çoktan mesleğimi seçmiştim. Sadece böyle bir eğitimi en iyi hangi üniversitenin verdiğini araştırmak kalmıştı. Hacettepe’de buldum kendimi. Çok keyifle okudum, Birincilikle mezun olduğumu söylediler okuldan ayrılırken. Öğretim görevlisi olarak kalmamı tavsiye ettiler. Gurur duydum. Çok severek bir dalı okumanın doğal sonucuydu bence. “Sahada” çalışmayı hedeflemiştim, iyi ki de öyle yapmışım…
 
Çalışan bir kadın olarak mutlu olduğunuzu görüyorum. Anne olarak da başarılı mısınız? Sırrı nedir?
Evet, çalışan bir kadın olarak mutluyum. En zor anlarımda bile çalışmak hep iyi gelmiştir bana. Sevdiğiniz bir işte çalışıyorsanız ve de çalışma ortamı tatmin edici ise… Hele çocukların  kirlenmemiş dünyaları, ışıltılı enerjileri sizi besliyorsa benim gibi şanslıysanız… 
 
Anne olarak başarılı mıyım? Sormam lazım! Çalışma hayatına atıldıktan üç sene sonra kendi işimi kurmuşluğum anne olarak da düzenimi kurabilmeme yardımcı olmuştur. Süt verirken iş yerimin evime yakın oluşu, iki yaşından itibaren  çocuklarımı kendi okuluma başlatıp sevgili öğretmenlerimin güvenli ellerine teslim etmemin de hayatımı çok kolaylaştırdığını söylemeliyim. İş dönüşlerimde akşamları tüm vaktimi onlara ve düzenli uyku saatlerinden dolayı kendime ve eşime ayırabilmeyi başardığımı düşünüyorum. “Çalışan anne” olarak düzenli bir tempoya önem vererek, başından beri bilinçli davrandım. İşin sırrı hem işinize hem çocuğunuza hem de kendinize vakit ayırabilmiş olmanız! Çocuklarımın yaş aralığını  geniş tutma kararımın da etkisi olmuştur.  “Hazır kapanmışken, bir arada çıksın. Beraber büyürler…” klişesini her iki çocuğumla da tam olarak ilgilenebilmek için “Ne zaman hazırsam o zaman!” a çevirmiş olmamı da ekleyebilirim. 
 
Başarının tarifi nedir sizce?
Zor bir soru. Cevabı da kişiye göre değişir diye düşünüyorum. Bana göre hedefleriniz olmalı ve o hedefler için  çalışmalı, çaba göstermelisiniz. “İşiniz” olabilir, “sevdiğiniz” olabilir, “eviniz” olabilir, “sanatınız” olabilir. Sonuç ne olursa olsun çalışmak ve emek vermek bence başarının sade bir tarifidir. Severek, isteyerek azimle çalışırsanız. en önemlisi kendinize güvenir ve inanırsanız başarı kendiliğinden gelecektir.

28 yıldır anaokulu eğitimi veriyorsunuz. Dünün ve bugünün çocukları arasında fark görüyor musunuz?
İtraf etmeliyim ki çok fark görüyorum.  28 sene önce de çocukların potansiyelini ortaya çıkarmak ve işlemekten büyük zevk alıyordum bugün de. Ancak özellikle son 5-6 senedir yeni nesil çocuklar bir başka parlak ve farkındalıkları yüksek çocuklar. Programlarımızı yeniledik, derinleştirdik. Yaş gruplarımız 2 – 2.5 yaşa kadar indi. İnanılmaz yüksek kapasiteleri var. Sünger gibiler.  Onlarla birlikte olmak çok keyifli ama bir o kadar da zor… Son derece bilinçli ve kararlı olmayı gerektiriyor. Yaratıcılıklarını ve özgünlüklerini beslemeyi hedeflerken sizi kolayca parmaklarında oynatabilen çocuklara dönüşmeleri de an meselesi…

 

Ya anne babalar? Onlarda da değişim gözlemliyor musunuz?
Anne babalar da olumlu yönde çok farklılar.  28 sene önce pek babalar yoktu ortalıkta. Tüm sorumluluk anne/anneanne ikilisindeydi. Merak ettikleri ise öncelikle ne kadar iyi bakılacağı, yemeğinin yedirilip yedirilmediği ve hatta ter bezleri idi. Eğitimle ilgili meraklarına pek sıra gelmiyordu o telaş arasında. Bir de üstüne hafif bir suçluluk duygusu… Çocuğunu anaokuluna bıraktığı için anneliği sorgulanıyordu aile büyükleri tarafından. Yeni nesil anne ve babalar aktif olarak katılıyorlar eğitim kararlarına. Bilinçli olarak erken yaşta anaokuluna başlamanın önemini kavramış olarak geliyorlar. Çok sıkı sorguluyorlar sizi karar verene kadar. Sonrasında çok yakından takip ediyorlar. Çok tempolu çalıştıklarından destek aldıkları kişilerin güvenilir olması, çok sık değişmemesi gibi “yan” gereksinimleri var. Uzun vadeli anneanne/babaanne desteği azaldı.  Herkesin kendi hayatı aktıf biçimde devam ediyor. Kimse  kendini tamamen torunlarına adamıyor. İyi de ediyorlar bence. Çünkü çocuk anne/babanın ürünü olmalı. Torun keyfi eğitim telaşıyla birleşmemeli.  Bu arada  yoğun çalışma hayatından dolayı annelik görevlerinin tümünü okul ve bakıcı arasında paylaştıran ve de neden problem çıktığını anlamayan anne babalar da var tabii ama istisnalar kaideyi bozmaz.

Okul öncesi eğitimin kişinin yaşamındaki önemi nedir?
En önemli eğitim dönemi olduğunu artık tüm dünya biliyor. Eğitimcilerin ve nörologların yürüttüğü bilimsel araştırmalar sonucu ortaya çıkan bu gerçek artık tartışılmıyor. Beyinin gelişimi ve işlevlerinin artması 0-6 yaş döneminde çok hızlı. Doğru uyaranlarla, doğru yapılandırılmış bir çevrede etkileşimde bulunan bireylerin beyin kapasitesi genetik olarak aktarılan sınırlar içinde en üst kapasiteye çıkabiliyor. Aynı zamanda gelişimi yavaş ya da engelleri olan bireyler için de en iyi desteği alabilmek, var olan potansiyeli arttırmaya yönelik tedavi amaçlı eğitimler için de en verimli dönem okul öncesi eğitim dönemi.

Mutsuz oldukları halde, çocuklarının mutluluğu için  boşanmayan çiftler doğru yapıyorlar mı?
Bu ne kadar mutsuz olduklarına bağlı.  Bu konuda tersine bir gelişme var. Boşanan anne/babalar son yıllarda arttı. Artık kimse çok fazla emek vermiyor ilişkilerine. “Boşanalım” lafını ortaya atmak kolay oldu. Ben her zaman evlendikten sonra emin olana kadar ve “hazırız artık” diyene kadar çocuk yapmamalarını öneriyorum. Kolayca birbirinizden boşanabilirsiniz ama çocuktan boşanamazsınız. 
Mutsuz oldukları halde boşanmayan çiftlerin hedefi çocuklar “anlayacak yaşa gelene” kadar sorumlulularını yerine getirmeye gösterdikleri özen ise problem az çıkar. Çocuğun biliş düzeyi yükseldikçe, duygularını ifade etme becerisi geliştikçe  konuyu kavraması o kadar kolay ve hasarsız olur. Ancak bu süreç gergin ve tartışmalı ise, evde bulunmak yerine evden bir bahaneyle kaçılıyor  ve geç saatlerde eve geliniyor,  çocuk ilgi ve sevgi yerine bakıcılar ve TV ile başbaşa kalıyorsa durum vahimdir. Çocuk tedigin ve gergin olur, verimi, potansiyeli düşer, kendini suçlar, özgüveni sarsılır. Bir de  çocuğun gözü önünde yaşanan kavga gürültü ve fiziksel tepkiler varsa işte bu çok travmatiktir. Bu durumda anne babanın boşanmasının daha sağlıklı olacağı görüşü ağırlık kazanır. Mümkün olduğu kadar hep birlikte bu süreci bir uzman desteği ile yürütmeli ve her iki tarafın evinde çocuğun odası olmalı,  anne/babayı görme hakkı belli bir programa bağlanmalıdır.

Mutluluğun tarifi sizce nedir?
Yaşanan “an”ların tadına varmaktır mutluluk.  Hedeflerinizin gerçekleştiğini görmek, sevdiklerinize kavuşmak, minik bir kedi yavrusunun,  açan bir çiçeğin, güneşin doğuşunun tadına varabilmektir. Hatalarınızı telafi etme çabanızdır, sarılmak, dokunmak,  özür dileyebilmektir.  Onun için  sürekli değildir. Mutluluk anlardan oluşur  ve değişkendir.

Sanatın çocuk eğitimindeki yeri ne olmalı?
Çocuk eğitiminde,  özellikle  de “okul öncesi eğitim” döneminde çocukların eğitimi için en iyi iki araç oyun ve sanattır. Müzik ve plastik sanatların desteği ile “oynayarak”  öğrenen çocuk, hem bilişsel hem de psikomotor olarak çok yönlü gelişir. Görsel ve işitsel algısı güçlenir, yaratıcı düşünmeyi ve kendini değişik araçlar kullanarak ifade etmeyi öğrenir. Bizzat deneyimleyerek öğrenilen bilgiler kalıcı olur. Yeni öğrenme ortamlarına kolayca transfer edilir.

İstanbul’da yaşamak çocuklar için nasıl bir şey?
İstanbul’da büyümek kolay değil çocuklar için. Anne/babalar için de çocuk büyütmek kolay değil İstanbul’da. Çocuklar açısından baktığımızda  İstanbul oldukça  kalabalık semtlerden oluşuyor. Mahalle kavramı, özel siteler dışında neredeyse kalmadı. O sitelerde de komşuluk ne kadar gündemde belirsiz. Sokakta oyun oynama lüksü kalmadı artık.  Rahat rahat oynayacak parklar  yok sayıda.  Spor yapmak ya da doğayla baş başa kalmak için İstanbul trafiğinde yol katetmek gerekiyor. Kısaca arabanız, zamanınız ve de maddi gücünüzün iyi olması gerekiyor İstanbul’da çocuk olmak, çocuk gibi büyümek için.

Ayşim İncesulu, Ayışığı Anaokulları Kurucusu ve Eğitimcisi, Türkiye Özel Okullar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi ve Okul Öncesi Eğitimi Komisyonu Başkanı

Dadılarla sınırlı sayıda ya da yeterlilikteki parkta vakit geçiren çocuklar için  anaokulları çok keyifli bir çevre ve oyun ortamı yaratıyor ister istemez… Mahalle okulları kavramı kalmadığı için en iyi okul aranıyor anaokulundan başlayarak. Giderek daha iyi okullar için sıraya giriliyor. Bu okullara hazırlık aşamasında çevredeki çocuklardan çok “annelerin  hedefleri”ne yetişmek kaygısı ile “çocuk olmak özgürlüğ” heba olup gidiyor, sınavlara giriliyor. Üç yaşındaki kızını anaokulumuza kayıt için getiren bir annenin “sizden mezun olanlar çok başarılı oluyormuş ilkokulda… En iyi üniversiteyi kazanması için siz hangi okullara sokabiliyorsunuz?” sorusunu dehşetle hatırlıyorum.

Yasalaşmak üzere olan 4+4+4 kademeli eğitim formülünün temel eğitime zarar vereceğini düşünüyor musunuz? Sadece 4 yıllık kısa bir temel eğitimden sonra meslek eğitimine ya da dini eğitime yönelmek, çağdaş dünyanın gerisinde kalmak demek değil midir? Erken yaştaki dini eğitim, henüz soyut ve eleştirel düşünme yetkinliğini kazanmamış küçük çocuklarda dogmatik, mekanik ve temel felsefî anlayıştan yoksun dar bir dinî dünya görüşüne neden olmaz mı?
Seneler önce  Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği olarak  yabancı ülkelerdeki eğitim yaklaşımlarını inceledik. Avrupa’da uygulanan şekli ile 4+4+4 yaklaşımını, yaratıcı, esnek, kişisel gelişimi destekleyen ilgi ve yeteneklerine göre öğrencilerin desteklenebildiği bir eğitim yaklaşımı olarak beğenmiştik. Daha sonra Milli Eğitim Şurası’nda da öneri olarak görüşülmüş ve benimsenmişti. Bu bağlamda bizim ülkemizdeki eğitim sistemine uyarlanması söz konusu olduğunda göz önünde bulundurulması gereken önemli detaylar üzerinde çalışılmalı, aceleye getirmeden, pilot çalışmalar ile destekleyerek zaman içinde  en uygun şekli ile uygulamaya konmalıdır diye düşünüyorum.

Ülkemizde, son yıllarda okul öncesi eğitimde % 70’lere varan okullaşma oranı ile çok büyük yol kat edilmiştir. 60-72 aylık çocuklar için okul öncesinde okullaşma oranı %100’lere çekilmeli ve  okul öncesi eğitimi sınıfı  zorunlu eğitim kapsamına alınarak sistem 1+4+4+4 şeklinde yapılandırılmalıdır. 60 aylık çocukların birinci sınıfa başlatılması çocukların gelişim evreleri göz önüne alındığında bilimsel olarak doğru bir yaklaşım değildir. Dünyada örnekleri olsa da  bizim çağ nüfusumuzun yoğunluğu, alt yapımızın eksikleri ve de müfredat programımız  bu yaklaşıma müsait değildir. Kanunun da  bu şekilde düzenlenerek çıkarılmış olması çok vahim bir yanlışlıktan geri dönülmesi adına sevindiricidir. 

İlköğretim olarak baktığımızda da zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması  ortalama okuma süresinin uzaması ve ülkemizin gelişmişlik seviyesinin yükselmesi açısından yerinde bir karardır.

İlköğretimin ilk 4 yılı ile ikinci 4 yılı için, daha önce 8 yıllık ilköğretim için hazırlanan yapılandırmacı programın bütünlüğünün korunması yararlı olacaktır. Çocukların bu yaş dönemi için temel eğitimlerine ve kişisel gelişimlerine ağırlık verilmeli, seçmeli etkinlikler ilgi ve yeteneklere göre çeşitlendirilmelidir.
İkinci 4 yılda mesleki eğitime başlamak yerine, öğrencilere meslekler tanıtılmalı ve çocukların mesleklere yatkınlıkları tespit edilmelidir. Mesleki eğitime orta öğretimin 10 veya 11 inci sınıflarında başlanılmasının daha uygun olacağı düşünülmektedir. 

Kaliteli bir yabancı dil kazanımı ve kullanımı çok önemsenmelidir. Bu nedenle isteyen okullara ikinci dörtten önce, isteyen okullara da üçüncü dörtten önce “yabancı dil hazırlık sınıfı” açma izinleri verilmelidir.

Özellikle kız çocuklarının okula gitme oranındaki artış başarısı artırılarak sürdürülmelidir. Son dört yılda eğitim alternatifi olarak önerilen “açık öğretim” adı altında evlere kapatılma ve çocuk yaşta evlendirilme ihtimali olan  kızlarımıza 12 yıllık zorunlu eğitim kapsamında fırsat eşitliğinin sağlanması için her türlü tedbir alınmalıdır.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.