Klinik Psikolog Dr. Olcay Güner: “Datça sanat terapisi için tarihi arka planı, doğal ortamı, bitki örtüsü, havası, denizi ile mükemmel bir zemin hazırlıyor.”
Dr. Olcay Güner’in Datça’daki etkinlikleri tam da “sanat ie terapi ne güzel olur Datça’da!” diye aklımdan geçirdiğim günlerde çıktı karşıma..
Üretken ve çalışkan insanlara hayranlığımın izinde onunla da bir röportaj yaptım elbet.. Buyrun!
Modern insanın ihtiyaçlarının terapi metodlarınız ile buluşmasını detaylandırır mısınız? Yöntemleriniz, atölyeleriniz, terapileriniz hakkında bilgi verir misiniz?
Arkabahçe Psikolojik Danışmanlık 2011 yılından beri İstanbul / Ulus’da ve aynı zamanda 2017 yılından beri Datça’da (Nisan-Kasım ayları arasında) hizmet veren bir merkez. Misyonumuz, farkındalığı ve yaşama sevinci yüksek, ruh sağlığı yerinde bir toplum için; bireylerin psikolojik yardım çalışmaları ile sağlıksız tutum, davranış ve düşüncelerinin farkına varıp değiştirmelerine, güçlü yanlarını keşfetmelerine, içgörü kazanmalarına, ruhsal açıdan daha doyurucu bir yaşam için var olan potansiyellerini geliştirerek harekete geçmelerine yönelik psikolojik yardım çalışmaları yapmak ve meslektaşlarımıza bu alanlarla ilgili süpervizyonlar/ bilgiler vermek.
Yola çıkarken Arkabahçe için yazdığımız şu sembolik hikayeyi de sizinle paylaşmak isterim: “O kasabanın insanları ön bahçeleri ile çok ilgilenirlerdi. Misafirlerini orada ağırlar, yemeklerini orada yerlerdi. Ta ki kasabaya yeni gelen ilginç komşuları ile tanışana dek. Komşuları güler yüzlü sıcak bir kadındı. Evinin ön bahçesine olduğu kadar, arka bahçesine de özen gösteriyordu. Hatta gelen ziyaretçilerinin bir kısmını arka bahçesinde konuk ediyordu. Kadının arka bahçesinin güzelliği dilden dile yayıldı kasabada…
Evlerinin arka bahçelerini elden geçirme fikri kasabalılar arasında ağızdan ağıza yayıldı. Herkes bundan bahsetmeye başladı ve çok geçmeden işe koyuldular. Arka bahçelerine girenler önce şaşırdı, sonra duygulandı, sonra hemen işe başladı. Bazen eski günlerden kalma eşyaların onları sarmalayıveren anıları; bazen oraya düşüvermiş bir meyve çekirdeğinden yetişerek kocaman olmuş ağaçlar; bazen de daha önce hiç görmedikleri muhteşem güzellikteki yabani çiçekler ve hiç tanımadıkları bitkiler sürpriz misafirler gibi çıkıvermişti karşılarına. Sanki yıllarca onlardan saklanmış olan parçalarıyla buluşuvermişlerdi arkabahçelerinde.
Bir yandan çalışırken, bir yandan da arka bahçelerinde buldukları şeylerle acı tatlı eski anılarını hatırladılar. Bazı eşyalar eskiydi, bir sebepten atılıvermişti ama anılarla dolu idi. Birbirlerine eski eşyalarına dair hikayeler anlatmaya başladılar. Daha önce farkına varmadıkları yeni şeyleri heyecanla paylaştılar. Yepyeni duygular hissettiler, yeni şeyler fark ettiler ve keşfettiler. Kimi zaman ağladılar, kimi zaman güldüler, bazen yoruldular, bazen enerjiyle doldular…
Sonunda bahçelerini yeni bir düzene soktular. Eski anılarla dolu atık eşyalarını en güzel köşelere yerleştirdiler. Kullanılır hale getirdiler. Arka bahçelerinde konuk ettikleri dostlarına eski hikayelerini tekrar tekrar anlattılar. Geleceğe dair umutlarından söz ettiler. Hikayelerinin devamını yazmaya başladılar. Kasaba eski ve yeni hikayelerle yankılandı. Kasabanın adı “Arkabahçe” oldu. Sonunda bahçeler de dönüştü, yenilendi; kasabalılar da…”
Kullandığımız yöntemlerin tümü uluslararası geçerliliği olan psikolojik yardım metodlarıdır. Sıklıkla kullandığımız yöntemler arasında Dışavurumcu Sanat Terapisi, Şema Terapi, Bilişsel Davranışçı Terapi, Çözüm Odaklı Terapi, EMDR Terapisi sayılabilir. Merkezimizde çocuklarla, gençlerle ve yetişkinlerle bireysel yada grup çalışmaları yapmaktayız.
Kendi geliştirdiğiniz yöntemler, yazdığınız kitaplardan da bahsedelim..
Kendi geliştirdiğim “PERGEL-I Programı” sınav performansını güçlendirmek isteyen öğrenciler için psikologlar tarafından yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmada 10-12 seanslık bireysel entegratif psikoterapi teknikleri ile (EMDR, KDT, Sanat Terapisi) uygulanmaktadır. Öğrencinin olumlu/olumsuz otomatik düşüncelerle başetmesini sağladıktan sonra kontrol altına alınmış kaygı ile kişiye özgü maksimum performansa ulaşmaya yönelik bir çalışmadır.
Ayrıca ilk kez 2006’da yayınlanmış olan ‘Hani Okulu Sevecektim!’ (Efil Yayınevi) adlı kitabımda okulda yaşanan dikkat, okuma, yazma, matematik, sosyal beceri eksikliği problemlerine ve bunlarla başetme yollarına değinmekte ve öğrenme bozukluğu, dikkat eksikliği ve aşırı hareketliliğe farklı bir bakış açısı kazandırmaya çalışıyorum. 2010 da yayınlanmış “Çözüm Bende Saklı” (Efil Yayınevi) adlı kitabım ise, çözüm odaklı terapi tekniğinin kullanımı hakkındaki temel bilgileri içermektedir. Ayrıca, 2013 yılında, “Psikolojik Yardım Alıyorum”, “Çocuklardan Boşanılmaz!”, “Babam Bana Güvenmiyor!”, “Sana Bir Daha Sır Vermeyeceğim!” (Efil Yayınevi) adlı terapötik çocuk öykülerim de yayınlandı. Dört terapötik çocuk öyküsü ve bir sanat terapisi kitabım da yayına hazırlık aşamasında.
Çalışmalarınızı Datça’da yapmak nasıl bir fark yaratıyor?
Arkabahçe ilk açıldığı yıldan beri Datça’da her sonbahar geleneksel sanat terapisi grupları düzenliyor. Katılımcılarımız Türkiye’nin dörtbir yanındaki illerden gelmekte ve kendileri ile ilgili kişisel bir gelişim yolculuğuna çıkıyorlar. Sloganımız: Keşif – İçgörü – Harekete Geçme
Datça sanat terapisi için tarihi arka planı, doğal ortamı, bitki örtüsü, havası, denizi ile mükemmel bir zemin hazırlıyor. Katılımcılarımız adeta büyülenerek ayrılıyorlar. Bir yanda içinde hüzün de barındıran bir tarih, bir yanda umut veren doğa, bir yanda arındıran bir deniz! Terapötik çalışmalar için mükemmel bir fon hazırlıyor.
Neden Sanat Terapisi kullanmayı tercih ediyorsunuz? Sanat terapisi ile çalışmaya başlamak sizin için nasıl bir yolculuktu?
Çocukluğumdan beri hep sanatçı olmak istemiştim ama rastlantılar ve adeta kendiliğinden açılan yollar beni Klinik Psikolojiye doğru yönlendirdi. Uzun bir süre sanat ile psikoterapiyi birleştirebileceğimi farkında dahi değildim. Ta ki 1999 yılında yaşadığımız depremin hemen sonrasına dek. Toplu yaşanan psikolojik travmalar sonrasında sahada yapılacak çalışmaları bizlere tanıtmak ve beceri kazandırmak amacı ile yurtdışından gelen pek çok eğitimcinin arasında Sanat Terapisti Rina Lerner Büberoğlu da vardı. Sanat terapisini ilk kez onunla gerçekleştirdiğimiz bir grup çalışmasında deneyimledim ve adeta büyülendim. Artık meslek yaşamımda önemli bir dönüm noktasındaydım. Sanat ve psikoterapiyi birleştirmek için bir fırsat bulmuştum. Bu mesleğime duyduğum büyük heyecanımı daha da arttırmıştı. Daha sonra bu alanda nasıl eğitimler alabileceğimi araştırmaya başladım. Katıldığım ilk sanat terapisi eğitimi Öteki Danışmanlık Merkezi’nin düzenlediği sanat terapisi eğitimleriydi. Eğitim sürecim kurslar, atölye çalışmaları, uygulama grupları, seminerler, süpervizyon grupları ile yaklaşık on altı yıl boyunca devam etti.
Son olarak Marcia Plevin liderliğinde Bilgi Üniversitesi Dans ve Hareket Terapisi Sertifika programını tamamladım. Bu süreçte Avi Hadari, Arye Bursztyn, Rina Lerner Büberoğlu, Daniel Markman, Netta Oren Zuckert, Ofra Ayalon, Marcia Plevin, Zeynep Çatay,Yaacov Naor, Michael Franklin, Lenore Steinhardt, Jaquetta Jo McBride, Cathy Malchiodi gibi eğitimcilerden yaklaşık 800 saat kadar eğitim aldım. Halen bulabildiğim tüm nitelikli sanat terapisi eğitimlerine katılıyorum ve katılmaya devam edeceğim. Çünkü sanat terapisi deneyimlenerek öğrenilebilen bir beceri. Deneyimledikçe gelişiyor, derinleşiyor , keşfediyor ve dönüşüyorsunuz.
Bu arada, meslek yaşamım boyunca pek çok sözel terapi tekniğinin de eğitimlerini aldım. Bunların arasında, Kognitif Davranışçı Terapi, EMDR Terapisi, Çözüm Odaklı Terapi, Şema Terapi gibi yaklaşımlar var. Çalışmalarımda bu teknikleri birleştirip, bütünleştirerek her bir danışanın sorununa özgü terapi uygulamalarım oluyor. Teknikler, yöntemler benim terapistlik paletimdeki renkler gibi. Bunları yanyana getirerek, karıştırarak herbir danışanım için farklı bir resim yaptığımı hissediyorum.
Öğrendiğim yöntemler arasında en değer verdiğim terapi yöntemlerinden biri sanat terapisi oldu. Çünkü sanat terapisi sözcüklerle sınırlı değil. Terapist olarak, pek çok danışanın sözel olarak ifade ettiği “kaygı” kelimesinin benzer bir içerikte olduğunu düşünürken, danışanlarımız söz ettikleri kaygıyı sanatla ifade ettiklerinde her bir danışanın kaygısının birbirinden ne kadar farklı ve biricik olduğunu fark edebiliyoruz.
Elbette ki sanat terapisinde de sözcükler var ama aynı zamanda renkler, imgeler, şekiller, semboller, metaforlar da var. Danışanın ifade edeceklerini, seansa getireceklerini sansürlemesi neredeyse olanaksız. Danışanların terapiye getirmeyi düşünmediği pek çok yaşantısal meselesini seans sırasında ortaya koydukları eserlere yansıtıvermesi kaçınılmaz. Bu da sanat terapisinin sürprizli, şaşırtıcı ve belki de en çekici yanı. Bir danışanımın şu sözleri bunu tam olarak ortaya koyuyor:
“Daha önce gittiğim sözel terapilerde seansları benim söylediklerim yönlendiriyordu. Şimdi ise nasıl bir yolda ilerleyeceğimi benim seans sırasında kendiliğinden yapıverdiğim ve o anda önemini çok da farkına varmadığım sanat eserlerim belirliyor. Onlara güveniyorum ve daha doğru bir yolda ilerlediğimi düşünüyorum. Bu eserler neyi çalışmam gerektiğini biliyor ve sanki bana fısıldayıveriyor…”
Ben de tıpkı bu danışanım gibi sanatın ve dolayısıyla yaratıcılığın nazik iyileştiriciliğine güveniyorum. Kendiliğinden akan, içtenlik, samimiyet taşıyan bu doğal gücün hem terapiste, hem de danışana iyi bir rehber olduğuna inanıyorum.
Terapiye estetik, heyecan, farklı bakış açıları, içtenlik, akış, keşif, farkındalık, dönüşüm katan “sanat”ı resim, heykel, hikaye, şiir, drama vb. modalitelerle psikoterapide kullanmak mesleğime duyduğum aşkı arttırıyor.
Sanat ile terapi nedir? Sanat Terapisini diğer yöntemlerden ayıran özellikler nelerdir? Sanat nasıl iyileştiriyor?
Aslında sanatın bir terapi yöntemi olarak keşfi çok eski zamanlara ve çok çeşitli kültürlere dayanır. Mağara devrindeki duvar resimleri, Türklerin elişleri, halk oyunları, kilim desenleri, Dervişlerin dönme ritüelleri, Afrikalıların dansları, Hıristiyanların koroları, Budistlerin tapınaklarındaki kum mandalaları ve daha pek çok kültürel unsur bireylerin sanatı iyileşme amaçlı kullanımlarından başka bir şey değildir. Sözel terapilerin keşfinden sonra bir süre adeta unutulan “sanatla iyileşme” günümüzde bir psikoterapi yöntemi olarak yeniden canlanmıştır. Sanat terapisinin şu andaki misyonunun eski bilgeliği “modern” içeriğe uygulayarak, sanatın gücünü kişisel ve profesyonel hayatla birleştirmek olduğu söylenebilir.
Sanat terapisini, kişinin kendi içindeki duyguları sanat yoluyla dışa vurma yöntemi olarak tanımlayabiliriz. Bu terapi yönteminde boyalar, kurdeleler, renkli kağıtlar gibi elle tutulur malzemeler kullanılır ve resim, heykel, drama, dans, müzik, hikayeler gibi sanatın değişik dallarından faydalanılır. Sanat terapisinin amacı “sanat yapmak” değildir. Sanatı bir araç olarak kullanarak, duyguları, düşünceleri, arzuları, ihtiyaçları ifade etmektir. Bir başka deyişle sanat terapisinde kişinin kendisini bir sanat eserine dönüştürdüğünü söyleyebiliriz.
Sanatın uzun zamanlardan beri bilinen iyileştirici bir gücü vardır. Psikolojik danışmaya, psikoterapiye gelen bireylerin genellikle çözmek istedikleri problemleri vardır. Pek çok psikoterapi yaklaşımında psikoterapistler kişileri yaratıcı problem çözmeye teşvik ederek (yani içlerindeki yaratıcı gücü açığa çıkararak) yardım alan kişilerin etkin çözümler bulmasına yardım ederler. Sanat terapisi ise sorunların tedavisinde doğrudan sanatın iyileştirici gücünden yararlanmaktadır. Sanatın iyileştirici gücünden tarih boyunca yararlanıldığı mağara devri resimlerinde bile görülmesine rağmen, dünyada bir psikoterapi tekniği olarak kabul edilmesi 1940’ların sonunu bulmuştur. Julia Cameron’un (2009) dediği gibi “Sanat içimizdeki sandıkları ve yüklükleri açar. Mahzenleri ve tavan aralarını havalandırır. Bizi iyileştirir”.
Peki, sanatın iyileştirici gücü nerede saklıdır?
Elbette ki “yaratıcılık”da! Yaratıcı süreç ve iyileşme “dönüşmek”/ “dönüştürmek” kaynaklarından beslenir. Rogers (1993) bu konuyla ilgili şunları söyler: “Terapi sürecinin en önemli bölümlerinden bir tanesi insanın içindeki yaratıcı hayat enerjisini uyandırmaktır. Yaratıcılık ve sanat böylelikle örtüşür. Yaratıcı olan çoğu şey genellikle terapötiktir. Sanat terapisi seansları boyunca danışanlar izlendiğinde, başlangıçta zorlananların zamanla düşünmeden, kendiliğinden ortaya çıkan eserler yarattığına tanık olunmaktadır. Bu yaratıcılığın sansürsüzce akıp gittiğine bir işaret sayılabilir. Yaratıcılık sağlık işareti ise, bu durum danışanların “iyileşme”ye başladığını gösterebilir”.
Alain de Botton ve John Armstrong “Art as a Therapy” (2008) adlı kitaplarında, sanatın kendimize özgü günlük yaşam ikilemlerimizi çözmede bize yardımcı olduğunu söylerler ve sanatın yedi işlevinden söz ederler. Bunlar bizde eksik olan ve sanat sayesinde yerine gelen fonksiyonlardır.
Hatırlama: Sanat bir açıdan hatırlamak içindir. Danışanlar olumlu veya olumsuz açıdan etkilendikleri anlar geçip gittiğinde onların tek bir sahnesine odaklanırlar ve eserlerinde o anın özüne yer verirler. Eser ortaya çıktıktan sonra, o danışan için en unutulmazı ve aynı zamanda o ana dair duyguları kaydeder ve korur.
Umut: yaşam başarısının anahtarıdır. Danışanlar bazen yoğun sorunlar içinde iken bile hoş görünümlü, pozitif resimler yapabilirler. Bu durum sorunlarının farkında olmadıkları anlamına gelmez. Bazen hoş resimler tüm sorunlar içerisinde sadece cesaret almak için çıkabilir. Kimi zaman danışanlar sadece umudu araştırıyordur.
Acı: Sanat acıyı farklı perspektiflerden göstererek yeniden keşfettirir ve onunla başetmemizi sağlar. Adeta normalleştirir. İşlenemeyecek düzeyde olumsuz duygular içeren deneyimleri katı madde olarak ele alırsak, katı madde suya dönüşmeden gaz haline yani sanat haline dönüşür. Bir zerafeti, hafifliği vardır. İşte buna sublimasyon denir. Danışanlar açısından bu tür sanat eserleri çok yoğun ve özel acı anları ile başa çıkmak için onlara donanım sağlar.
Dengeleme: Danışanların duyguları bazen bir uçtan bir uca gidebilir. Ör: kendilerini çok başarılı ya da yetersiz hissedebilirler. Çok popüler ya da çok ezik hissedebilirler. Sanat onlar için bu çok konsantre durumlar arasında bir denge sağlayıcıdır. Oldukça dingin bir yaşamları varsa çok karmaşık ve kompleks bir eser danışanları dengeleyebilir. Çok karmaşık bir yaşamları varsa çok dingin bir eser onları daha fazla dengeleyecektir. Asında ilham dediğimiz şey de, denge için olan ihtiyacın dışavurulması olarak düşünülebilir.
Kendini Keşfetme/ Anlama: Yarattığımız bir sanat eseri ile karşılaştığımızda bir anda bizi çarpan bir durumla karşılaşabiliriz. Aslında eserde olup biten şey, sıklıkla aklımızdan geçiveren ama bir türlü kendimize tam olarak ifade edemediğimiz bir düşüncemizin, duygumuzun bizim için çok uygun bir form bulmasıdır.
Danışanlar da terapi sırasında hissettiklerini kelimelere dökemedikleri durumlarda, sanat olarak oluşturdukları bir formdan yola çıkarak, hissettiklerini aniden tam olarak ifade edebildikleri bir eserle karşı karşıya kalıverirler. Bunlara ‘aha’ anları da diyebiliriz!
Gelişim/Büyüme: Bir sanat eseri bazen zihnimizin gizli bir köşesinde yer alan olumsuz bir yaşantımızı tetikleyebilir. Bu nedenle bu eserlerden rahatsız olabiliriz. Rahatsız edenden geri durmak yerine ona tahammül ederek, önyargısızca bakmak ve bizde var olanı sanat eserinde bulmak bizi geliştirebilir. Danışanlar da kendileri ile ilgili bir sürü şey barındıran bir eseri sırf yanlış bir formda olduğu için bazen redder ve beğenmezler. Seanlarda o esere yabancılaşmak yerine, tahammül ederek bakmalarını istediğimizde; kendileri ile ilgili pek çok önemli ipucunun farkına vararak, gelişim kaydettiklerini görebiliriz. Kısacası, yardımı dokunacak şeyler bize her defasında çok iyi paketlenmiş olarak sunulmayabilir. Bu durumda beğenilmeyen paketleri de açıp incelemek, içinde ciddi gelişim ipuçları taşıdığından önemli olabilir.
Değerini Farketme: İnsanlara tanıdık, bildik gelen herşey bir süre sonra çekiciliğini ve değerini yitirebilir. Genellikle yaşamımızda olanları değil, olmayanları hayal eder ve değerli buluruz. Ama sanat bizi monotonluktan kurtarır, etrafımızda her zaman var olan pek çok şeyin değerini fark ettirir. Sanat günlük yaşamımızdaki durumların, kişilerin, duyguların minik detaylarına nazikçe bakıp, değerini farketmemize yol açar. Mesela bir çocuk boya kutusundaki sıradan bir boyanın siyah zeminde ne kadar hoş göründüğünü keşfedebilir veya sıradan bir kağıt havlu rulosundan olağanüstü bir heykel yapabilir ve kağıt havlu rulosunun değerini farkına varabilir. Baklagillerle mozaik yapan bir danışan için fasulyeler, mercimekler yeni bir değer kazanabilir. Bir çamur parçasının muazzam bir heykele dönüşmesi sonucu çamura hayran olabilir. Bir süre sonra etraflarındaki herşeyin detaylarını inceliklerini başka bir gözle görebilir.
İstanbul ve Datça’da (yetişin ve çocuk) yaşanan problemler nasıl benzerlik ya da ayrılıklar gösteriyor?
İstanbul’da karşılaştığımız problemler daha ziyade okul ve öğrenme sorunları, tükenmişlik, kaygı, takıntı, öfke problemleri iken, Datça’da aile içi ilişki sorunları, psikolojik travma, yas ve kayıp, depresyon sorunları daha fazla görülüyor. Ancak bunları kesin istatistiki bilgilere göre değil, ofisime gelen problemlere bağlı olarak söylediğim de gözden kaçırılmamalı. Bu nedenle kesin bilgi olarak düşünülmemeli.
Sizin yaşamınızda neler değişti? Datça’da nasıl hissediyorsunuz?
Ben Datça- İstanbul arasında özellikle ilkbahar- yaz- sonbahar aylarında iyi bir denge kurduğuma inanıyorum. Bu zaman diliminin yarısını İstanbul’da yarısını Datça’da geçirerek; ruhumu kalabalık, renk, hareket, kültürel, sanatsal etkinlikler ile dinginlik, sadelik, huzur, organik yaşam, doğa arasında dans ettiriyorum. Bundan çok memnunum. Ama kışın Datça’yı çok özlüyorum. Zira yoğunlaşan işlerimden dolayı beş ay Datça’ya gelemiyorum.