Afet Yönetim Uzmanı Sennur Ulugönül: “Afet yönetimi, her zaman ve her afetle ilgili ‘hemen’ başlamayı içeren bir görev alanı”

0 660

Çok sempatik değil ama hepimizin aklının bir ucunda duran bir konu deprem! Sennur Ulugönül dostum, komşum, bir afet yönetim uzmanı ve şehir plancısı. Ona aklımdan geçen bütün soruları sordum. Siz de okuyun ve aklınızın bir kenarına yerleştirin. Sadece korkmak yetmiyor!

Afet  Yönetim Uzmanı ne demek?
Adı üstünde bir uzmanlık afet yönetim uzmanlığı. Afetlerin öncesinde risk yönetimi, afet gerçekleştikten sonra ise kriz yönetimi olarak özetlenebilecek bir sorumluluk alanı. Tüm afetler yönetilmeyi gerektiriyor çünkü. Afet yaşanmadan önce risklerinizi doğru olarak inceleyip, önlemlerinizi alırsanız,  afet sonrasına yönetilebilir sayıda iş bırakmış oluyorsunuz. Yani her zaman ve her afetle ilgili ‘hemen’ başlamayı içeren bir görev alanı afet yönetimi. Tabii en mükemmel  yönetebilirlik, bir olayın afete dönüşmesini engellemek… 
Afetler söz konusu olduğunda yönetilecek konular çok, ama çok çeşitli ve hepsi planlama istiyor. Aynı zamanda da tüm bu konulardaki uzmanlar ve karar vericilerin, disiplinlerarası Afet Yönetimi uzmanlık alanının bizlere kazandırdığı perspektif ile yönetilmesi, yönlendirilmesini kapsayan geniş bir yelpazeye yayılıyor. 

Sennur Ulugönül, Şehir Plancısı,  Afet Yönetim Uzmanı

Eğitiminiz nedir? “Afet yönetimi uzmanı” nasıl olunuyor?

Ülkemizde afet yönetimine yönelik Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Acil Yardım ve Afet Yönetimi Lisans Programı var. Bu bölümden mezun olanların aldığı eğitim ilk müdahaleci kapasitesinin artırılması başlığına daha çok uyuyor. Ben Lisans eğitimimi İstanbul Teknik Üniversitesinde Mimarlık Fakültesi Şehir Bölge Planlama Bölümünde tamamladım. Yani Şehir Plancısıyım. İstanbul Teknik Üniversitesi Deprem Mühendisliği ve Afet Yönetimi Enstitüsü altında Afet ve Acil Durum Yönetimi Yüksek Lisans Programı var. Biz Programın birkaç arkadaşımla beraber ilk mezunlarındanız. İlk program olmasını özellikle ifade ediyorum çünkü bu dönemde program Türkiye’de ilk kez açılıp Amerika’nın Oklahoma State ve Texas A&M üniversitelerinden de eğitmenlerin katılımı ile bizlere ulaştırıldı. Katılım gösteren bizler de o zamana dek sahada çoğunlukla gönüllü olarak afetler konusunda çalışmalar yapmış heyecanlı, istekli kişilerdik. 

Doktora konunuz nedir? Bu kadar aradan sonra neden doktora?
Çalışan insanların bir yandan üniversite hayatına devam etmesi bizim ülkemizde biraz zor oluyor. Benim tüm eğitim dönemlerim (lise sonrası) uzun yıllar almıştır. Sürekli çalıştığım için daha uzun zamanlarda okumuşumdur. Ancak okumadan ve öğrenmeden de bir zaman geçirmeye kendimi ikna edemediğimden midir bilmem, yıllar sonra doktora yapmaya karar verdim. Aslında Afet Yönetimi konusunda Doktora programı açılsaydı burada devam etmek isterdim. Şehir ve Bölge Planlama branşı çok geniş yelpazade bir bilim dalı olduğundan Afet yönetimi ile bir ara kesit yakalayabileceğimi umuyorum. Halen derslerimi alıyorum. Planladığım tez konum Doğal Afetlerin Tetiklediği Teknolojik Afetler (literatürde Natech –natural disasters trigerring technological disasters- olarak geçiyor)  konusunda olacak. Örnek vermek gerekirse 17 Ağustos 1999 depremi sonrası yaşanan Tüpraş ve Aksa Kazaları gibi kazaların yeni bir afete dönüşmemesi için yapılabilecek risk yönetimi ve kentsel alanlardaki zarar azaltmaya katkısı olsun istiyorum tezimin. Sanırım bu konuda Türkiye’de doktora tezi henüz yok, varsa dahi çok çok az sayıdadır.
Daha önce bu işleri kimler yapardı?
Devletin bu konuda 17 Ağustos öncesi ve sonrası olarak bir miladının olduğunu söylemek yanlış olmaz. Kocaeli Depremi öncesinde ve bu depremde genellikle “afetler olur ve hayat normale döndürülür” olarak algılanan bir Kriz Yönetimi anlayışı vardı.  17 Ağustos sonrası sistem, kanunlar ve bu anlayış değişim gösterdi diyebiliriz. Risk Yönetiminin önemi anlaşıldı. 
Afetlere yönelik yasalarımız 1950’lerden beri var ancak daha çok soğuk savaş etkisinde tedbirleri de içeren sivil savunma algısı ile yoğrulmuş durumda. Afetler oluştuktan sonra yönetim doğrudan o ilin Valisi tarafından gerçekleştirilmekte. Ancak afet öncesindeki risk yönetimi için sürekli çalışan ve yönetebilmeyi tatbikatlarla da deneyimleyen bir kadro ve yapılanmanın olması önemli. 
Özel Sektör açısından bakıldığında iş sürekliliği çok önemli bir başlık. Afet ve Acil Durum Yönetimi konularında uzun yıllar  özel sektörde emekli askerler rol alıyor. İş Sağlığı ve Güvenliği ile ilgili yasalar ile bu konuda farklı branşlarda kişilerin yer aldığını görüyoruz. Afet ve Acil Durum Yöneticilerinin lisans, yüksek lisans ve doktora programlarının açılması ve yaygınlaşması bu konuda alanında uzmanlaşan bireylerin oluşturulmasını sağlayacak. Afetlere çok yatkın bir coğrafya olanTürkiye’nin bu alanda uzmanlaşan insan gücüne ihtiyacı var.
Afetler sözkonusu olduğunda Sivil Toplum Kuruluşlarının fonksiyonu nedir? Ne olmalıdır?

Sivil toplum kuruluşları afet öncesi-hemen sonrası-ve afetler sonrasında çok fazla iş başarabilirler. Afetler söz konusu olduğunda sadece bir kurumun görevli olması ve konuya çözüm bulmasının beklenmesi zaten anlamlı değil. Zira tüm risk paydaşları ister birey, ister STK ve ister kurum/kuruluş/özel sektör vasfı ile birşeyler yaparsa bu konuda bir gündelik kültür oluşturulabilir ve başarıya ulaşılabilir. Bireyler afet öncesinde mahallelerde biraraya gelerek mahallelerini -kendilerini ve ailelerini hazırladıktan sonra- afetlere hazırlayabilirler. Bu konuda İstanbul Valiliği’nin sitesinden (www.guvenliyasam.org) eğitimleri ve çalışmaları inceleyebilirsiniz. STK’ların sadece afet sonrasında kurtarma yapacağını düşünmemek gerekir. Afet öncesinde halkın bilinçlendirilmesi, eğitimler düzenlenmesi, risk azaltmaya yönelik projeler vb. yapabilir, ilçe belediyeleri, meslek odaları, mahalle esnafı ve sakinleri gibi paydaşlar ile çalışabilirler. Afetlerin hemen sonrasında müdahale çalışmaları sadece ağır arama kurtarmayı içermez. Afet öncesinde gerekli eğitimleri almak kaydı ile hafif arama kurtarma, ilkyardım, küçük yangınların söndürülmesi, tesisatların kapanması vb. konularda çalışabilirler. Afetler gerçekleştikten hemen sonra başlayan ve sonraki günlerde de yoğun biçimde devam eden yemek, hijyen,  çocuk ve yaşlı bakımı, çadır kurulması, tahliye durumunda görevlilere destek verilmesi, meslek edindirme gibi konularda çalışabilirler. STK’lar arası ve dış yardım ve organizasyonun koordine edilmesi gibi çalışmalar yapabilirler. Tüm bu çalışmaları etkili biçimde yapabilmek içinse afet öncesi yetkililer sahada görev alacak kurumlar ve STK’ların birlikte önceden çalışması tatbikatlar ve egzersizler yapması gerekir. Spontan gönüllülük diye ifade edilen afet sonrası yardım amacı ile afet bölgesine gelen kişiler kendileri ve çevreleri için risk oluşturabilirler. Geldiklerinde STKlara dahil edilmek için yetkililer ile irtibata geçmeli, ihtiyaç neyse ona destek vermelidirler.

 

İyi organize olmuş STK’lar hangileridir? Deprem öncesinde ve sonrasında Devletin yaptığından farklı olarak neler yapıyorlar?
STK’lar içinde afetler ile ilgili olarak görev yapanlar hepimizin genellikle bir deprem sonrası isimlerini çokça duyduğumuz Kızılay, AKUT, AKA, GEA gibi dernekler. Bunun yanısıra TRAC (Türkiye Radyo Amatörleri Cemiyeti), ARÇ (Afette Rehber Çevirmenler), Türkiye Psikologlar Derneği gibi başarılı çalışmalar yapan görevli kurumlarla işbirliği yapan sivil toplum unsurları var. 17 Ağustos Depremi sonrasında örneğin ASK (Afette Sivil Koordinasyon) kuruldu ve tüm afet bölgesinde yardımların koordinasyonunu üstlendi. Afet sonrası da dağıldı. Yeni bir afet sonrasında ASK ve buna benzer unsurların da aktive olması muhtemeldir.
Depremle ilgili yapılan açıklamalar hep muğlak. Örneğin ne zaman deprem olacak?
Biz pek ilgi çekici konulardan bahsetmediğimizden takipçileriniz muhtemelen bu konuktan sıkılabilir. Şimdi burada desem ki şu gün şu saatte deprem olacak, blogunuz tıklama rekoru kırar. Ama maalesef bunu söyleyemiyoruz. Daha doğrusu bilim insanları halen depremi gerçekleşmeden bilemiyorlar. Keşke bilsek te o bölgeyi, kenti boşaltabilsek söylenen zamanda. En önemlisi bireysel, aile olarak, mahalle, işyeri ve kurum olarak hazır olmak, hazırlanmak, tatbikatlar yapmak. Çocuklar bu konuda büyüklerden daha hazırlar mesela. Okullarda yılda 2 kere tatbikat yapılıyor. Ancak tabii bu yeterli değil başka tedbirler de gerekli.
Deprem anında ilk uygulayacağımız temel  4 davranış söyler misiniz? Aklımızda tutalım…
1. Sakin olun, mutlaka bitecek. Bitene kadar olduğunuz yerde kalın. Panik yapmayın!
2. Cam, yüksek mobilya ve benzerinden uzak, koltuk ağır nesne vb. yanında, uzaktalarsa  oraya gitmek için ısrar etmeyin, çök-kapan-tutun hareketini yapın. Böylece etrafınızda hareket eden nesnelerden böylece korunabilirsiniz. İşyerinizde kurum görevlileri ve evinizde aile üyelerinizle birlikte önceden yaptığınız plana uygun hareket edin. Tesisatları kapatın, kapatmayı önceden öğrenin.
3. Deprem sırasında merdiven boşluklarına, balkonlara koşmayın. Deprem sonrası asansör kullanmayın.
4. Tüm bunları yapabilmek için düzenli olarak tüm aile fertleri ile tatbikat yapın. (Eşyalarınızı sabitleyin. Yapınızı test ettirin.)

Deprem anında yapılması gerekenleri  okullarda öğretiyorlar. Yeterli mi?
Aslında çocukların beyinlerinin bu kadar güzel kayıt yaptığı bu çağlarda onlarda güvenli yaşam kültürü oluşturmak daha mümkün. Afet risklerini nasıl oluşturduğumuz ve bu riskleri nasıl azaltabileceğimiz de depremden korunma ve deprem anında yapılabilecekler ile verilebilir. Bunun yanında veliler ve okul aile birliklerine de görev düşüyor aslında. Çocuklarının okullarında Okul Afet ve Acil Drum Planı var mı sorabilir ve yoksa hazırlanması için talepte bulunabilirler. Okuldaki eşyaların sabitlenmesine yönelik faaliyetler gerçekleştirebilirler. Mesela bir afet gerçekleştikten sonra çocuklarını nasıl ve kimler alacak bu konuda okul yönetimi ne yapacak bunu sorgulayabilirler. Okul tatbikatlarının birinin daha geniş tutularak bu kısmın gerçekleştirilmesi sağlanabilir. O zaman veliler de bilinçlenecektir.

 2011 Tohoku depremi sismik grafiğinin 3D yorumu sanatçı: Luke Jerram

Çocuklar üzerindeki etkileri nedir? Korku yaratmıyor mu?

Çocuklar ebeveynleri ve çevrelerindeki yetişkinlerin davranışlarından etkilenirler. Afet sonrası travmayı ilk kez yaşayan çocuk çevresine bakacak, ebeveyn korkarsa korkacak, ebeveyn sakinse sakin kalacaktır. Kaldı ki tatbikatlar ve derslerde anlatılan bilgiler ile onlar sizden daha hazırlar.

Japonlar bunu nasıl yapıyor?
Japonlarla ilgili oraya gitmiş kişilerden duyduklarım var aslında. Çoğu konuda yazılı bilgi gözlemlemedim. Aileler senede belli bir-birkaç hafta sonunu deprem olmuş ve okulda konaklıyormuşçasına deneyimliyorlarmış. Böylece çocuk deprem sonrası evini terkederde okula gelir kalırsa yadırgamasın diye. Veya oyun ile tatbikatı birleştiriyorlar. İçinde su bulunan yangın tüpleri ile plakaları döndüren büyük oyun alanlarında yangın söndürme oyunu oynamak gibi. Tüm kent halkı ve yetkililer ile birlikte yapılan tatbikatlar da var. Tüm bunları burada yapmak istesek ebeveynler ciddiye alacak mı acaba? Biz büyükler bu işi ne kadar önemsiyor ve ciddiyetini algılıyoruz acaba?

Deprem dışındaki afetler hangileridir? Bu konuda da eğitim veriliyor mu?
İsterseniz her doğa olayı afet midir bunu konuşalım öncelikle. Eğer kutuplarda büyük bir deprem olsa ve insanlara, mala, ekonomik değerlere bir etkisi olmasa bu sadece bir doğa olayı yani depremdir. Ancak bu doğa olayı yoğun nüfus alanlarında cana, mala zarar veren gündelik yaşamı kesintiye uğratan ve yerel kaynaklar ile de kontrol altına alınamayan bir hal alırsa buna doğal afet deniyor. Afetler sadece doğal da olmayabilir. İnsan kaynaklı afetler de var. Bunlar teknolojik kazalar (nükleer, kimyasal), nükleer serpinti vb.dir. Savaşlar, soykırım ve mülteci hareketleri gibi sosyal olaylar da afetler kategorisinde yer alıyor. Küresel iklim değişikliği özellikle doğal afetlerin sıklık ve yoğunluğunun ve dolayısı ile de etkisinin artmasına neden olmakta.  Depremler ani ve çok yıkıcı geldikleri için, Türkiye’de en ön planda olan afetler olarak görülüyor. Ancak yapılan araştırmalarda Depremlerin yanıda sellerin de ekonomik olarak etkilenen insan sayısı olarak ülkemizde çok etkili olduğunu görüyoruz.  2009 yılındaki Ayamama Deresi’ndeki sel olayını hatırlarsınız birçoğunuz. Sadece bu sel 110 yıllık Türkiye afetleri tarihine bakınca 550 milyon dolarlık zarar vermiştir ekonomimize. Bu tarihten sonra İstanbul’da bazı mahallelerdeki gönüllülerin sel ve korunma, müdahale teknikleri konusunda eğitimler aldıklarını biliyoruz.  Yine arama kurtarma alanında faaliyet gösteren STK’lar sel çığ düşmesi gibi konularda eğitimler almakta ve vermekteler.

Şehir plancısının bugünkü İstanbul’da nasıl bir çalışma alanı olabilir?
Aslında bugünkü İstanbul çok riskli büyük bir metropol. Kısa vadede çözülmesi gereken ancak gerçekçi olmak gerekirse konu kent olduğunda uzun vadede ve çok kapsamlıca ele alınması gereken bir çalışma yapmak gerekiyor. Her depremden sonra “Bu bir milat olacaktır” demeyi bırakmakla, elini herkesin taşın altına koyması ile ve bu işi T.C. tarihindeki en önemli seferberliklerden biri olarak görmekle bu iş başlar ve yürür inancındayım. Tabii Şehir Plancıları yıllardır gerçekleşen seçim öncesi yasallaştırılan yerleşmeler, rant kaygıları vb. büyük başlıklar arasında da boğulmamalıdır. Gerçekten bu işi yapmak istemek gerekiyor. Unutmamak gerekiyor ki eskinin naif gecekonduları ve başını bir dam altına sokacak insanları artık çok katlı yaptıkları yapılardan rant elde eden bir konumda ve bu değişimden de rant elde etmeyi beklemekte. Herkes depremin değil binanın öldürdüğünü bilmeli ve bu durumu kendine yontmamalı.
Kentsel alanın konfor düzeyi uluslararası standartlarda, özgün ve bir o kadar da kullanıcısı tarafından sahiplenilmiş yaşayan yeni alanlar haline dönüştürülmesi ve bu sırada da afetlere dayanıklı yaşam alanları oluşturulması her Şehir Plancısının dileğidir diyebilirim. Bunun bölge ve ülke ölçeğinden başlanarak planlanması esas olmalı. Kentsel planlama sadece binalar değil, onları yaşatan altyapı, donatılar, yollar ile bir bütün olarak düşünülmeli.

Ressam Henri Jean Louis (Haiti Umut Ressamları Grubu’nun deprem sonrası performansı)

Kentsel dönüşüm projelerinin amaçları arasında depreme dayanıklı alanlar oluşturmak da var mı?

Aslında bu amaçla oluşturulacak projeler için Kentsel Dönüşüm önemli bir araç ve bu şansı kaybetmemek gerekiyor. İlk örneklerin önemi çok büyük.  Mühendislik hizmeti görmüş ve tasarımının her aşamasında tüm olası afetler dikkate alınarak hazırlanmış sosyokültürel yapıya uygun ve özgün çalışmalar yapılması sürdürülebilirlik ve kalkınma açısından da çok değerli sonuçlar verecektir. Kentsel dönüşümü sadece konutlar olarak da görmemek gerekir. Örneğin önceden yerleşmiş bir sanayi alanının çevresindeki bir yerleşme, merdiven altı imalat vb. kentsel alanlarda uyumsuz kullanımlar dediğimiz oluşumlardır. Bu alanlarda kentsel dönüşüm konusu daha çok imalathanelerin, sanayinin yerleşim alanının dışına taşınması ve yeni kentsel fonksiyonların bu alanda hizmete sunulması da olabilir. Kentsel dönüşüm konusu sadece bir yerleşik alana yeni bir özellik, fonksiyon kazandırılmasına yönelik çalışmalar dahi olabilir. Örneğin turizm bölgesi olarak karar verilmesi gibi. Bu konu çok uzun ve detaylı aslında…

Sit (korunması gerekenler)alanları ve doğal alanlarını koruyor mu?
Koruması gerekir. Onlar bizim dünya mirasımız, sürdürülebilirliğin ön koşulu. Birkaç yıl önce su bitti krizleri yaşadık İstanbul’da, hatırlarsınız. Plansız biçimde artan kent nüfusu ve kentsel dokunun yaygınlaşması bunda çok etkili ve İstanbul söz konusu ise eğer halen büyümeye devam ediyoruz. Meclise sunulan Kentsel Dönüşüm Yasa tasarısıherkesin okumasını öneririm. Yaşadığınız kentlerin değiştirilmesine yönelik müdahaleler için hazırlanan ve uygulamaya konmak üzere olan bir yasa sizleri, bizleri doğrudan etkiliyor demektir. Konu kent olduğunda ise bu çocuklarımıza torunlarımıza kadar gider. Geçen gün bir telefon daveti aldım. Katılamadım o gün bir eğitimim olduğu için, ancak konu aslında çok önemliydi. TMOBB, Anayasa değişikliğinin tartışılmasına dahil olmam için bana telefonla ulaştı. Elektronik bir mesajdı. İlgileniyorsanız 1’e basın diyordu. Benzer bir çalışma da kentsel dönüşüm yasa tasarısı için yapılmalı bence.

Fernando Botero, “Deprem” Toledo Sanat Müzesi

Kentsel dönüşüm  lafı neden içimi geriyor?

Bugüne kadar gerçekleştirilen kentsel dönüşüm çalışmaları güven duygusunda hasarlar yarattığından olsa gerek. Deneyim kazanan bir hükümet var geçmişte yaşananlardan ama yine de herkes temkinli.
Bu konunun sosyolojik,  ekonomik, birçok önemli etkisi var kentliye ve kent yaşamına. Mesele sadece binaların konması değil. Öncesi ve sonrası ile çok iyi planlanması ve bu değişime konu olan her ferdi kavrayacak bir formu olması gerekiyor. Teşvik, kredi, sigortalama sistemlerinden yeni meslek edindirme kurslarına, bambaşka bir yaşam alanına adapte olmaktan, yaşam alanı değişikliğine kadar birçok konu… Gündelik yaşamı düşünmekten gelecek zamanı düşünemez hale geldiysek eğer, bu çalışmaların geniş zaman için planlanıp planlanmadığını sorgulayamayabiliriz. Bu da içimizi geriyor olabilir.

Bir planın gerçekleşmesi ön koşullarından biri de kullanıcısı tarafından sahiplenilmesidir. Katılımlı planlama anlayışının birçok ülkedeki iyi örneklerden yola çıkılarak mutlaka bu çalışmalara yedirilmesi gerekiyor. Bir daireyi yapan mimar nasıl o evde yaşayacak kişilerin yaşam koşullarını değiştiriyorsa kentin planlanması da kent halkının ve o kentle ilişkideki tüm insanların yaşantısını ve yaşam kalitesini etkileyecektir. Gerçekten  yakında “Bir Başka İstanbul” ile karşılaşacağız ve bunu hepimiz şekillendiriyor olacağız, susarak ya da konuşarak! Tartışıp, paylaşarak… 

Teşekkür ederim ayırdığın zaman ve verdiğin bilgiler için Sennur.
Rica ederim. Ben teşekkür ederim. Birçok çalışmayı buradan duyurma olanağı verdiğin için. Güvenli Yaşam Sitesi’nde belirtilen birçok yayından da faydalanılabilir bu konu için: 
http://www.guvenliyasam.org/yayinlar

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.