Emine Akbucak: “Fotoğrafın anlamı duygunun fotoğrafını çekebilmekte…”

0 280

Emine Akbucak’ın fotoğraflarına baktığımda önce büyük bir hayranlık duydum sonra da blogumda yayınlamak için büyük bir arzu duydum. Sonrasında da bu röportaj çıktı ortaya.

Fotoğraf çekmeye nasıl başladın?
Sinema filmi yapmak istiyordum. İlk amacım buydu ama çok uzun bir yol katetmek gerekiyordu. O esnada boş duramazdım. Fotoğraf çekmeye başladım. Aslında sinemanın kaynağında da fotoğraf var. Fotoğrafta ışık ve kompozisyon öğrenip bunu sinemaya aktarmaktı niyetim. Sonuçta sinemada da sahne kurguluyorsunuz…

Nasıldı ilk fotoğraflar?
Vizöre gözümü dayadığımda o esnada gördüğüm karede kayboluyorum. Fotoğrafta sevdiğim şey bu. Hayattan bir kesit ve bu kesit içindeki dünya ile ilgileniyorum o an. İlk fotoğraflarda da vardı bu. Bunu da neden yaptığımı biliyorum. Bütünü oluşturan şey parçalardır ve ben bunlarla ilgileniyorum. Sinemayı desteklesin diye fotoğraf öğrenmiştim. Şimdi sinema bilgimin fotoğrafı desteklediğini görüyorum. İkisi bir arada yürüyor. İlk yaptığım fotoğraf serisi “Yansımalar” için bir filmin close-up’ları demiştim. Detay ağırlıklı bir seriydi.
 
Yağmurlu zemine yansıyan şemsiyeli kadın fotoğrafını çok sevdim.
O fotoğraf Yansımalar serisinin en çok ilgi gören fotoğrafıydı. Fransız Kültür Merkezi’ndeki sergiden sonra onlara hediye ettim. Halen ofislerin olduğu bölüme girdiğinizde ilk o fotoğrafla karşılaşırsınız…

Bu fotoğrafın hikayesi nedir?
Paris kaldırımları pürüzsüzdür. Yağmur incecik bir tabaka oluşturduğu için çok az bir yağmurda bile anında ayna etkisi oluşturur.Bir gün arkadaşımın evinden çıkmış eve dönüyordum. Köşeyi döndüm. Bu kareyi gördüm.  O gün fotoğraf makinem yanımda yoktu. Ama ben bu kareyi mutlaka çekmeliydim. Üç hafta sonra aynı arkadaşımın evinden çıkmış yine evime dönerken aynı sahneyi gördüm. Bu sefer fotoğraf makinem yanımdaydı. Yağmurda şemsiyemin altında onbeş dakika kadar vizörden baktım ve yakaladım o kareyi. Çok istemiştim oldu. 

Çekmeden önce görmek gerekiyor galiba. Bunu anlıyorum…
Evet. Görmek için de bakmayı bilmek gerekir. Işığı çok gözlemlerim. Görüntüleyeceğim anın geldiğini hissedebiliyorum. Uygun ışıkta, uygun yerde olduğunuz hissini duyuyorsunuz. Zaten o zamanlarda çekilen fotoğraflar güzel oluyor. Anın içinde olduğunuzu hissettiğinizde… Etrafınızda bir sürü şey oluşuyor, her an başka şeyler oluyor evrende. Birçok durum bir araya geliyor. “O” an günlük hayattan sıyrılıp başka bir şeye dönüşüyor… Fotoğraf oluyor. 
 

Fotoğrafın sanat olmadığını düşünenlere gülerim.  
Evet. Benim için fotoğraf bir güzellik yaratma aracı. Bu nedenle zaten soyut sanatla ilgileniyorum. 

Aslında fotoğraf somut bir şey. Sen onu soyuta dönüştürüyorsun… 
Fotoğrafa başlarken kendi kendime yaptığım bir tanımlama vardı. Bu sanatın tanımlarından birine denk düşüyor. Varolan bir formu deforme edip ondan yeni bir form oluşturmak… Fotoğraf üzerinden konuşacak olursak ben varolan perspektifi de değiştirerek fotoğraf çekmeye çalıştım hep. Deformasyona gitmenin bir aracı perspektifle oynamak. Bu bir vazo fotoğrafı mesela. Baktığında ne olduğunu anlamıyorsunuz. Sordurtuyor kendini… “Bu bir vazo” dediğimde “Hadi ya?” diyorlar. Çok eğleniyorum. Çekmeye çalıştığım, çektiğim “an”ın içinde saklı. Onu görmek lazım. “Participation” derler ya… Il faut participer…
 
Katılım, farkındalık…
Yaşanan anın farkındalığı. Fotoğrafın anlamı benim için ‘duygu’ya ulaşmak, ‘duygu’nun fotoğrafını çekebilmek. Fotoğraflayacağım anı yaşamam, hissetmem lazım. Zaten katılım da o anı yaşamaya başladığınızda gerçekleşiyor, siz de “an”a anın içinde bir unsur olarak katılmış oluyorsunuz. Ve daha sonra da ona bakacak kişileri bu katılıma davet etmiş oluyorsunuz. Bundan bir kaç yıl önce Fethiye’de bir teknede birkaç ay yaşama fırsatım oldu. Çok muhteşem bir deneyim olmuştu bu benim için. Denizle ve gökyüzüyle içiçe bir hayat. O zaman çektiğim bir fotoğrafı ‘Yansımalar’ serisinde kullandım.  Fotoğraf teknenin, minicik yağmur damlaları vurmuş puslu camından başka bir teknenin direğine ve direğe asılı can simidine bakıyordu. Arkadaşlarım bu fotoğrafı gördüklerinde yıllar önce grup halinde çıktıkları, üç ay süren, yağmur altında geçen bir araba yolculuğunu hatırlamışlardı. Fotoğraf onları o günlere götürmüştü. Başladılar bana yolculuk maceralarını anlatmaya. Fotoğrafta detay çalışmayı bu yüzden seviyorum. Fotoğrafa hiçbir hikaye yüklememiş oluyorsunuz. Bakan kişi kendi hikayesini oluşturma şansı buluyor, arkadaşlarımın o fotoğrafla yaşadığı buydu. Benim için de çok mutluluk verici bir durumdu. Çünkü yaptığınız çalışmanın sonuçlarını bu sayede almış oluyorsunuz.

Çektiğin anla daha sonra baktığın an. Aradaki fark…
Çekerken neden çektiğimi bilmiyorum. Sonra ne olduğunu anlıyorum. Üstünde düşünme fırsatını daha sonra buluyorum. Çekerken sadece o “an” var. Bir şey seni çekiyor. 
İstanbul’la ilgili bir hayal projen var mı?
Kadının sosyal alandaki yeri konulu bir projem var. Bu sadece biri. Bende proje çok…
Yeni sergin ne zaman?
31 Mart – 14 Nisan 2012, Çukurcuma Galeri Artist’te açacağım.

Dioptrics Sergisi 1-14 Nisan arası Galeri Artist’te
Serginin adı “Dioptrics”.  Anlamı nedir?
Fotoğraf makinesinin gözlüğü gibidir Dioptrics butonu. Sergi ise “Işık Zaman Mekan” olgusu üzerine bir fotoğraf çalışması. Işık olmadan birçok şeyin varlığından söz etmemiz mümkün değil. Geceyle gündüz arasındaki farkın temel kaynağını oluşturan da o. Kendini bazen nesnede görünür kılıyor, bazen nesnenin kendisini görünür kılıyor. Nesnenin kendisi varlığını ışığın aydınlatıcı etkisinde ortaya koyuyor. Işıkla birlikte süslenerek kendine en güzel görünümü veriyor. Işığın kendisi de bazen nesneyle olan  buluşması, içiçeliği sırasında kendi gizli yanlarını açığa vuruyor. Dioptrics serisiyle ışığın gizemini aramaya başladım. Nesnelerin her seferinde başka bir elbiseye bürünüp kendilerini gözler önüne sermesi, ışığın nesneye çarpması, nesneden yansıması, onu yeni baştan var etmesiyle mümkün oluyor. Işığın oluşturduğu nesneye ait gölge ve ışığın kendisi arasındaki ilişki biçimiyle ilgilenmeye başladım. Bu ilişki biçiminin kendine ait bir zaman-mekan olgusu yarattığını gözlemledim. Nesnel gerçekliğin ötesine taşınan soyut gerçekliğin üstünde yoğunlaştım. Işık-Zaman-Mekan incelemesini mimari yapılar ve nesneler üzerinde yapmaya başladım. Işık ve gölge oyunlarının ayrıcalıklı bir perspektif oluşturduğu mimari yapılarda geometri ve renk kompozisyonları aradım. Çalışmanın geldiği en son noktada renk unsuru ön plana çıktı. Soyut sanatın özünde rengin çok büyük bir yere sahip olduğunu gördüm. Renkler tıpkı müzikte olduğu gibi insan ruhunu doğrudan ve derinden etkileyen soyutlamayla gelen bir algılama biçimi yaratıyorlar. Işığın ve renklerin sahip olduğu çarpıcılığı fotoğraflarla izleyiciye aktarmak, izleyiciyle fotoğraflar arasında öznel bir ilişki biçimine ulaşmak istedim.  
www.emineakbucak.com
İstanbul ve Paris. İki şehir arasında yaşıyorsun.
İki şehirde iki ayrı hayatım var. Kendimi iki şehir arasında köprü gibi hissediyorum. Farklı açılardan besleniyorum. İstanbul’un hızlı akan kozmopolit yapısı hoşuma gidiyor…  Paris’te daha oturmuş bir tempo var. Düzenli ve sakin bir şehir.  Neredeyse hayatın kendisi sanat Paris’te. Orada sanat tüketicisine dönüşüyorum. Sergiler, müzeler geziyorum. Okuyorum, araştırıyorum Besleniyorum. İstanbul’da ise insanın sıcaklığını, şehrin doğal güzelliğini yaşıyorum. İstanbul’da sanata ilgi  giderek artıyor. Bu çok hoşuma gidiyor. İyi galeriler, iyi sergi mekanları oluştu. 
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.