İzel Rozental: “İstanbul’u seviyorum, duyularım kapalı!”
Eski bir Modalıyım ve elbette İzel Rozental’in “Moda Sevgilim” kitabını zevkle okumuştum. 23 Kasım’da Ankara’da açılan ve 13 Aralık’a kadar sürecek olan son sergisi ile hatırladım onu tekrar. Röportaj teklifimi geri çevirmedi. Yazdıkları ve çizdikleriyle işte size çok yönlü zengin bir insan.. Karikatürist, yazar, radio programcısı, iş adamı, sanat merkezi kurucusu ve yöneticisi…
Türkiye’nin karikatür alanındaki uluslararası yüzü Rozental, sempozyum, panel ve TV programlarına katılmış, çalışmaları Fransa, ABD ve İngiltere başta olmak üzere birçok ülkede sergilenmiş ve yayınlarda yer almıştır. 1991 yılından beri Şalom Gazetesi’nin birinci sayfasında Tünelin Ucu başlıklı köşesinde politik karikatürleri yayınlanmaktadır. 1999 yılından bu yana kurucusu olduğu Schneidertempel Sanat Merkezi’nin yöneticiliğini yapmaktadır. 2006-2009 yılları arasında da Dünya Karikatür Dernekleri Federasyonu ikinci başkanlığını yapmıştır. Açık Radyo’da her pazartesi haftanın karitaürlerini yorumlamaya devam etmektedir.
Son serginiz hakkında bilgi rica ediyorum. Nasıl oluştu?
Ankara’da Karikatür Atölyesi, karikatürü seven, içlerindeki mizah duygusunu geliştirmek isteyen yetenekli çocuklar için yeni bir soluk. Sezon başından beri ülkemizin önde gelen karikatürcüleri Karikatür Atölyesi’nin sıcacık mekanında sergiler açıp, öğrencilerle atölye çalışmaları gerçekleştiriyorlar. Bu kapsamda bir çağrı alınca hiç tereddüt etmeden kabul ettim.
Karikatür anlayışınızı tanımlar mısınız? Size göre komik olan nedir? Mizah neler içermelidir?
Karikatür her şeyden önce mizah içermelidir, ama fıkra gibi ayrıntılı değil, ekonomik olmalıdır. Yani meramını az-öz çizgiyle anlatabilmelidir.
Kastettiğiniz komiğin karşılığı gülünç olsa gerek. Hayatta her şey gülünç olabilir. Ama bir kişi için gülünç olan bir başkası için olmayabilir. Yolda ayağı kayıp acayip bir şekilde düşen birisine elinizde olmadan gülebilirsiniz, ama bir de kendisine sorun! Ben kaba saba komediden yani farstan pek hoşlanmıyorum. İnce ayar mizahı tercih edenlerdenim.
Beslendiğiniz kaynaklardan bahsetmek ister misiniz?
Siyasi ve toplumsal karikatür çiziyorum. Bu nedenle günceli yakalamak zorundayım. Yerli ve yabancı basını, kimi köşe yazarlarını takip ediyorum. Mizah dergileriyle sanal ortamdaki bazı mizah sitelerini izliyorum. Bolca kitap okuyorum. Monografiler ve gerçek yaşam öyküleri tercihimdir.
Her şekilde muhaliftir sanatçı.. Siz de böyle mi düşünüyorsunuz? Sanatçının ve sanatın tanımını yapmanızı istesem…
Sanatçı derken çok geniş bir kesimi kapsama alanına sokuyorsunuz. Aslında ben bir adım daha ileri gidip herkes bir anlamda sanatçıdır diye ahkam kesebilirim. Bu nedenle sanatın ve sanatçının tanımını yapmaktan kaçınacağım. Ama bana sanatçı olarak karikatürcüyü sorarsanız, evet, kesinlikle muhalif olmalıdır derim.
Yıllar içinde okur kitlenizdeki değişimler nedir? Çizgileriniz paralel değişimlere girdi mi?
Ne mutlu bana ki okurlarım yaşlanmıyor. Tam aksine gençleştiklerini gözlemliyorum. Tabii ki bu bir yanılsama, aslında yaşlanan benim! Çizgim zaman içinde ister istemez gelişti, olgunlaştı. Ama mizah anlayışımın ve üslubumun değişmediğini sanıyorum. Oldum olası hep aynı yaş kesimine hitap ettim: 8’den 88’e…
Karikatür çizmeye başlamanız, ilk yayınlanan karikatürünüz, ilk para kazandığınız ve ilk ödül kazanan karikatürleriniz hangileri?
Çok küçük yaşlarda karikatür çizerdim. Macunla karikatürümsü heykelcikler bile yapardım. Ailem bunları özenle muhafaza eder, gururlanarak konu komşuya gösterirdi. Okul gazeteleri dışında yanlış hatırlamıyorsam karikatürlerim ilk kez Hey adlı bir gençlik ve müzik dergisinde yayınlanmıştı. Daha sonra bazı başka dergiler için vinyetler, hatta bazı plak ve kaset kapakları çizdiğimi hatırlıyorum. Onlardan üç beş kuruş kazandığım olmuştu. Ama ne yazık ki bunların hiçbir örneği bende yok. Ödüle gelince, henüz kazanmış değilim. Ödül kazanmak için yarışmalara girmek gerekiyor galiba? Öte yandan, kimi kurum ve STK’lar tarafından karikatür sanatına olan katkılarımdan dolayı ödüllendirildiğim olmuştur.
Çizer İzel ile yazar İzel arasındaki ilişkiler, benzerlikler ve farklılıklar neler?
Benzerlikler çok. Her ikisi de kafalarında kurgulayıp oluşturdukları öyküyü kağıda dökmek üzere masa başına aynı heyecanla oturur. Biri çizer, diğeri yazar. Ne yalan söyleyeyim yazmak çizmekten daha kolay gelir bana. Yani yazar İzel, çizer İzel’e göre biraz daha üşengeçtir. Ama her iki İzel de sabırsızdır, hızlı yazar hızlı çizerler. Aralarında farklılık yok gibidir.
Şapkalarınız fazla.. En çok hangisini seviyorsunuz?
Dedemden kalma tavşan tüyü fötr şapkayı! Onu kafama geçirdiğimde başımın üzerinde koca bir kültür mirasını taşıdığımı hissediyorum. Schneidertempel Sanat Merkezi’ne tam yirmi yıldır emek veriyorum. Babaannem ile dedem 1914 yılında bu eski ibadethanede evlenmişler, kayıtlarını buldum. Sinagog binası, cemaat çok azaldığından, 1960’larda kapanmış. Ben orayı 1998 yılında tesadüf eseri gördüm. Görür görmez de vuruldum! Dedemle babaannemin burada evlenmiş olduklarını binayı sanat merkezine dönüştürdükten beş yıl sonra yine tesadüf eseri öğrendim. Bugüne dek sanat merkezimiz iki yüze yakın sanatçının sergisine ev sahipliği yaptı. Bu bir buçuk asırlık küçük ama muhteşem binayı ayakta tutmayı başardığımız için gururluyum.
Yaşama sanatı ve çoklukla telaffuz edilmeye başlanan “an”ı yaşamak kavramı hakkında neler söylemek istersiniz?
Bilmem, hiç düşünmedim. An’ı yaşadığımı ancak o an geçtikten sonra anlıyorum galiba…
Aşkı anlatan en sevdiğiniz aforizma, en beğendiğiniz aşk filmi, aşk şiiri, aşk romanı, aşk şarkısı hangisi?
Zor soru. “Aşk geçici sevgi kalıcıdır” klişesine mi sığınsam bilemedim? Hayatım boyunca bazı aşklar yaşadım, ya da yaşadığımı zannettim. Ama hepsi de sofrada yenen lezzetli bir yemek gibi geçti bitti. Bazıları damağımda paslı bir tat bırakmışsa da…
Şarkıdan başlayayım: Aslında çok sayıda var ama, “Si tu savais combien je t’aime…” başı çekiyor galiba. 1970’lerden gelme romantik bir şarkı. Nişanımızda karımla ilk dansımızdı.
Aşk filmleri beni bayıyor. Yine de aklımda kalan en hoş aşk filmi “When Harry met Sally” olmalı, müziği de mizahı da çok güzeldi… Aşk şiiri denilince de aklıma ilk anda Orhan Veli geliyor. Müşfik Kenter’in buğulu sesinden “Anlatamıyorum” veya daha güzeli “Birdenbire”…
Öyle pek fazla aşk romanı okumuşluğum yok. Filmini izledikten sonra Margueritte Duras’ın “Sevgili” romanını merak edip okumuştum bir zamanlar. Ama sanırım Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna”sını daha çok sevdim, emin değilim.
Moda semtinin dünü bugünü hakkında neler söylemek istersiniz?
Semtler de insanlar gibi zamanla gelişip değişiyor. Geçmişe özlem duyanlardan değilim, değişimi kabullenebilirim. Moda kırk yıl önce de güzeldi, bugün hâlâ güzel. Öyle olmasa onca insan Moda’ya akın eder miydi? Moda’nın havasında hep bir aşk kokusu vardır. Son zamanlarda buna biraz alkol kokusu eklendiyse de Moda yine Moda’dır…
İstanbul hakkındaki duygularınızı 5 duyunuzla aktarabilir misiniz?
Tabii. Martı sesini bastıran korna gürültüsü… Lodosla yayılan deniz, iyot ve atık su kokusu… Tarihi yarımada siluetinin arkasından göz tırmalayan beton blokları ve vinçler… İnşaatlardan ve hafriyat kamyonlarından saçılan tozların damaklara yapışan yoğunluğu… Tıka basa dolu toplu taşıma araçlarındaki dokunuşlar, sıkıştırmalar… Bütün bu saydıklarım bile, bir süre ayrı kaldığımda İstanbul’a olan özlemimi dindiremiyorsa ne diyeyim ki?