An ve Anlam – 13 Gülay sorar, Gün yazar. Her Pazar…

0 68

24 Mart Pazar yazımız için Gülay bana soruyordu: Yazmadım, yazamadım, olanağım olmadı, sizleri, Gülay’ı beklettim. Onun, benim adıma sizlere vermiş olduğu sözü tutamayarak kendisini de sizlere karşı mahçup bıraktım. O tutul(a)mamış sözün doğurduğu tüm ayıpları, mahcubiyetleri ben alıyor, kendi küfeme yerleştiriyorum. Sırtıma vuracak, gereğince ve yeterince taşıyacağım. Eğer beklemekte iseniz, sizleri bekletmiş olduğum için de üzgünüm ayrıca. Dilerim beni bir şekilde affedersiniz.

Gülay sormuştu:  Özgünlük nasıl oluşur?

“Uzağa değil usta,
Öteye, hep öteye gitti.
Yalnızlığı ondandır”
diyor Özdemir Asaf… Buyrun size, bir özgün kişi anlatımı… Kalıpların içerisine kendisini hapsetmeyen, kendisine ait adımları atan, onların kendisini götürdüğü yere giden bir kişi. Artık her nereye gidiliyor ise…
Picasso’nun “Boğa Başı”
Bana öyle geliyor ki, yaptığını başkasının bakışına uyarlayan kişinin özgün olması kavramın doğasına aykırı. Öyle biri kendine dönük değil ilkin. Bencil ya da dışa kapalı olmak değil burada vurgulamak istediğim, kendisinin doğru bildiğini yapmakta olanı düşünüyorum öncelikle.
Mutlaka başkasının bakışından bağımsız olmaya çalışan da değil, öylesi bakışların varlık ya da yokluklarından etkilenmeyenler, olası hesaplaşmasını kendileriyle yapanlar…
demiş ve susmuştum geçen gün. Bu hali ile de gönderebilirdim ancak vaktimin olacağını düşünüp yazıyı tamamlamak üzere sizlere elleri, dizleri yara bere içerisinde bir çocuk hikayesi falan da anlatırım demiş idim.
Olmadı vaktim, vakit olduğunda ise düşüncelerim başka yerlerde idi. Yazıldığı kadarı gönderilmeden kalıverdi bu yazı, bir bölümü ise hiç yazılmadan… Haydi o yazılmayan bölümü sizler tamamlayın dilerseniz.
Bir çocuk düşünün, diğerleri gibi o da koşturuyor bahçede, tırmanıyor ağaçlara, yuvarlanıyor yerlerde… Diğerleri gibi. Ama, o bahçenin dibindeki duvar var ya, bu çocuk o duvara öyle diğerleri gibi tırmanmıyor. Arkadaşları ilkin duvarın solundaki devrilmiş ağaca, oradan duvar üzerindeki çıkıntı yapan tuğlalara basıp duvar üzerine sorunsuz, kolayca çıkarlar, diğer tarafa atlarken, bizimki hep sol taraftan, çıkıntısı hemen hiç olmayan bölümden, parmak uçları ile tutunduğu küçücük oyuklara asılarak çıkıyor duvara. Becerebildiğince.. Defalarca kayıp düşüp, sağını solunu incitip, düşüp kalkıp yeniden.. yeniden deneyerek, parmaklarını kanatarak, pantalonunun dizleri hep yırtılıp sökülerek, elbiseleri kirlenerek, ama hep zoru deneyerek yapıyor bunu. Ancak her gün biraz daha ustaca, daha az kirlenerek,
Buyrun size bir diğer özgün olmak anlatımı. İçinde, ucunda içerdiği nice acı, zorluk, başarı, mutluluk, umutsuzluk unsurları ile birlikte.
Evet, sizler bir ucundan tutacaktınız ya bu yazının; alın bu yukarıdaki malzemeleri, tutun çocuğumuzun iki parmağı kan içerisindeki elini ve tamamlayıverin bu küçük hikayeyi. Bakalım karşınıza neler çıkacak, bu çocuk büyüdükçe daha başka neleri nasıl yapacak.
Kimileriniz diğer çocuklara da dikkat kesilebilir, yazınızda onlarla da buluşabilirsiniz. Onların kendilerince yeri geldiğinde herbiri ayrı alanlarda kendi ayakları üzerinde olabilmelerini, kalıplar ile değil kendi düşünceleri ve inançları çerçevesinde olmalarını yazabilirsiniz.
Yazmak, bir yazıyı kurgulamak istemeyenleriniz ise biraz kendi yaşamlarına bakarlar belki, orada kendi özgünlükleri, serbestçe ve istediklerini dilediklerince yaptıkları anlar ile buluşur kendileri ile de sohbet edebilirler sanıyorum.
Kolay gelsin. Yaşamınızda her zaman öylesi öykü malzemeleri yazabilecek gözlemleriniz olması dileği ile….
* * *
31 Mart Pazar yani dün için ise, Gülay, “ Ne zaman yaşlanırız? Belirtileri nedir? “ diye sormuştu. İzin verin, bir iki gün içerisinde sizlere o yazıyı da ileteyim. Hoşçakalın, yakında tekrar buluşmak üzere.
Gün ARUN
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.