Blog yazarı Ayşe Gülay Hakyemez ile doğumgününde röportaj
Ben Jülide Bigat. Merhaba..
Ayşe Gülay Hakyemez ile İstanbul’a geldiğimden beri Lokomotif Kültür ve Sanat Derneği için birlikte çalışıyoruz. O benim arkadaşım. Güven duyulan, hep sevdiklerinin yanında olan bir insan. Ve bugün 14 Mayıs, onun doğumgünü.
Rolleri bir kereliğine değişmeyi, kendi blogunda onunla röportaj yapmayı teklif ettim. Yani fransızcası “La journaliste interviewée”… Türkçesi “Gazeteciyle röportaj”…
Ve işte karşı karşıyayız… Seninle röportaj yapmak benim için büyük onur… Merhaba Gülay, en başından başlayalım. Nerede doğdun? Çocukluğunu nerede geçirdin?
İstanbul Cihangir’de doğdum. İlkokula kadar Cihangir’deydim. Sonra Osmanbey, Şişli’de yaşamaya başladık. Ortaokul ve liseyi Notre Dame De Sion Fransız Kız Lisesi’nde okudum. Babam Fransız kültürünü yaşama sanatı ve zerafetle eşanlamlı bulurdu. Kültürlü ve ince bir hanımefendi yetişsin diye beni bu okula göndermiş. Çok disiplinli, sert ve zor bir okuldu. Okulu nasıl bitirdim bilmiyorum.
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezunum.
İnsanların hayatları hep ilgimi çekiyordu. Gazetecilik iyi yazı yazmayı, araştırma ve gözlemi gerektiren, ilginç insanlarla karşılaşmayı sağlayan bir meslekti. Üniversite yıllarımda bir gazetede staj yaptım. Sonra da aynı gazetede çalışmaya başladım. 20 yaşındaydım. Bir kadın köşesi yazmam istendi. Kadınca şeyler… Geleneksel konular ve erkeklerin daha çok hoşuna gidebilecek şeyler yazmam beklenirken ben kadınların kişisel özgürlükleri hakkında yazdım. İçimden geldiği gibi… Örneğin evlilikte bile özgürlüğün gerekli olduğunu söylemeyi tercih ettim. Yayın yönetmenimle vizyonlarımız uyuşmadı. Anlaşamadık. O feminin konulardan, ben feminist kadından yazmaktan yanaydım. Yine de uzunca zaman çalıştım gazetede. Üniversiteden mezun olduğumda ise halkla ilişkiler sektörüne yöneldim. Uluslararası şirketler için çalışmaya başladım.
Olmaz mı? Ama ortak konularını yazmam isteniyordu. Pratik bilgiler falan… “Siz kadınlar kocalarınızın rahatlarını sağlamakla yükümlüsünüz”e tekabül eden… Ben sadece aileden değil, başka şeylerden de bahsetmek istiyordum. Kadının bağımsızlığından, eğitiminden, sosyal yaşamından… Benim için önemli olan bunlardı… O sıralarda yeni evliydim. Hem öğrenciydik, hem de çalışıyorduk. Eşim mühendis oldu ben gazeteci.
Arzuladığımı mı, gerçeğini mi?
Olmasını istediğim, akıllı, çekici, şevkatli, çok yönlü, renkli, kültürlü ve kendinden emin bir kadın.. Hayatını yönetebilen modern bir kadın. Zarif ve güçlü…
Gerçekte ise çoğunluğunu Batı ve Doğu kültürü arasında sıkışmış kadınlar oluşturuyor. Avrupalı modern, bağımsız kadın modeli ile geleneklerin baskısı altında ezilen kadın.. Tıpkı İstanbul gibi.. En kötüüsü, hangi tarafta yeralacağına bir türlü karar veremeyenler..
Toplumumun kültürünü oluşturan değerleri, gelenekleri seviyorum ben.. Sevmediğim, onu kullanan siyaset. Halkımın temiz kalbini, insanlığını, misafirperverliğini, tevazusunu seviyorum. Ama muhafazakar gelenek kadını köleleştiriyor. Anadolu’da kadının yeri çok önemli aslında.. Kadın güçlü. Hem tarlada, hem evde çalışıyor, üretiyor. Aile yaşamını o yönetiyor.
Ama köyünden, yurdundan kopup büyük şehre geldiğinde gücünü kaybediyor, kayboluyor. Boyalı basında, televizyonda gördükleriyle, evlerinde yaşadıkları arasındaki uçuruma yuvarlanıyor.. Müslüman kültürle bağlantılı olarak kendi kişiliğini gösteremiyor. Özgürlüğünü yaşamıyor.
Dindar olmaları empoze ediliyor ancak, Kuran’ı bile okumuyorlar. Güvenilirliği tartışmalı kaynaklara dayanarak konuşan, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan, ne idüğü belirsiz hurafeleri diline dolamış erkeklere yaşamlarını hediye ediyorlar. Üzücü ama gerçek bu!
Türk kadınının özgüvenli olmasını istiyorum. Kocasının, hocasının, babasının kölesi konumundan kurtulmasını, uyanmasını, gücünün farkına varmasını istiyorum. Çocuklarını kendine, doğaya, adalete ve özgürlüğe saygılı bireyler olarak yetiştirmelerini istiyorum.
Üniversite yıllarımda başladı iş hayatım. Sonra Halkla İlişkiler sektörüne geçtim. 25 yılı aşıyor, birçok şirkete “yıldız” dönemlerinde hizmet verdim. Bugün ise, artık sadece tasarım, sağlık, sanat ve kültür ilişkili konularda çalışıyorum. Proje üretiyorum, tanıtımını yapıyorum…
Blogumda yazıyor her şey. Burayı tıklayın yeter!
İnsan hayatında başarılı bir kariyer önemli tabii… Ama asıl önemlisi, insanın kendi hakkında ne düşündüğü. İçindeki yolculuğu yani… Bugün benim için önemli olan şeyler değişti. Önceliklerimi ailem ve dostlarım, yapmaktan hoşlandığım şeyler, özgürlüğüm ve sağlığım oluşturuyor.
![]() |
Eski Moda Deniz Kulübü/ Ayşe Gülay Hakyemez, Jülide Bigat Fotoğraf: Zafer Erkan |
Haklısın. Zaten kendini bir meslek üzerinden varetmek değildir önemli olan. Şimdi senin sevdiğin, İstanbul’daki bir şeyden, denizden konuşmak istiyorum.
Deniz ne ifade ediyor sana?
Gizemi temsil ediyor. Deniz beni besliyor. Bütün duyularımı harekete geçiriyor. Kokusu, rengi, derinlikleri…
Canlıları… Marmara’nın, Boğaz’ın bütün balıklarını tanırım!
Denizci Ali’nin hikayelerini yazdım. Güzel bir seri oldu. Yayıncısını bekliyor! (Gülüyor). Çocukluk anılarımdan beslenen denizle ilgili bilgiler aktarmaya çalıştım.
Denizle çevrili bu şehirde çocukların denizi tanımadıklarını düşünüyorum. Ana babaları denizden korkutuyor onları… Halbuki denizi bilmek hayatı bilmek gibidir. Babam bana öyle öğretti. Kızkardeşim (Deniz Tunç) benden sekiz yaş küçüktür. Onun da çocukluğu teknede geçti. Annem ona taze balık pişirebilmek için beni balık tutmakla görevlendirirdi. Fenerbahçe Limanı’ndaki tekne komşumuz Sadun Boro idi. Bilen bilir… Teknesi Kısmet ile dünyayı dolaşan ilk Türk denizcisidir. Onun kızının adı da Deniz’di.
Çocuk öykülerimde deniz, balıklar, balıkçılık geleneklerini vermeye çalıştım. Geceleri Boğaz’da lüks lambalarıyla lüfere çıkıldığını, mercanın derin sulardaki taşlarda yaşayan az bulunan bir balık olduğunu, uskumrunun artık kaybolan ve şimdilerde ithal ettiğimiz bir balık olduğunu anlattım. Babamla oltayla nasıl mercan aradığımızı, derinlerde yaşadığı kayaları nasıl bulmaya çalıştığımızı, Heybeliada Çam Limanı’nda gece kayaların üstüne tüneyen pavuryaları nasıl yakaladığımızı, çapariyle yakaladığımız istavritleri, deniz minaresi yemiyle tuttuğumuz izmaritleri…
Tat: Rakı
Dokunuş: Çay bardağının ince beli
Yaşadığım semt Moda, Adalar, Boğaz’ın Avrupa Yakası’ndaki son limanı Rumeli Feneri, Kuzguncuk, Galata, Arnavutköy..
Öncelikle yakın çevrem, kızım, kardeşim, küçük yeğenim… Kültür ve sanat alanında projelerimizi gerçekleştirmeye çalıştığımız derneğimiz Lokomotif.. Haklarında yazı yazdığım İstanbul’un tutkulu insanlarıyla biraraya gelmemi sağlayan blogum Bir Başka İstanbul…. Tasarım ve sanatı hayatımın merkezine yerleştirmeme vesile olan röportajlar beni çok mutlu ediyor. Kendini ifade etmenin en estetik şekli sanat, yeni fikirler, yaratıcılığın sınırsızlığı beni büyülüyor. Heyecanlandırıyor. İyi bir eserle karşılaştığımda mutlu oluyorum. Her seferinde insan beyninin üretkenliğine bir kez daha şaşırıyorum. Her sanatçının bir başka bakış açısı, yeni bir perspektif sunuşu, bir başka öykü anlatışı sadece insana ait bir zenginlik…
Sanatın ve sanatçının değerini küçümseyen siyasilere acıyorum. Yaratıcılığın ve sanatın engellenmesini, düşüncelerin ifadesine konulmuş yasağı, insan özgürlüğü ihlali telakki ediyorum. Türkiye’de sanatçılar yeterince desteklenmiyor. Sadece destekleniyorlarmış gibi yapılıyor. Ticari, neredeyse markalaştırılmış, para kazandıracak sanat öne çıkartılıyor.
Bak yine sinirlendim ben! Jülide ya, biz mutluluktan bahsediyorduk, beni mutlu eden şeylerden…
İstanbul özgür olabildiğim bir şehir. Fakat ne yazık ki eski İstanbul, Balat, Fatih, Sultanahmet gibi sevdiğim fakat artık gitmek istemediğim semtleri var. Parlak bir geleceğe doğru gitmediklerini görüyorum insanların. Kendilerini sınırlayıp günden güne daha bağımlı hale getiren kadınları anlayamıyorum. Ancak kendi hayatlarından kendileri sorumlular…
Neyim eksik olduğunu sen gayet iyi biliyorsun Jülide’cim.
Özgürlüğü, yetersiz kalsa da, “yapmayı istediklerimi yapabilmek” olarak tanımlayabilirim. Zaman örneğin… Zamanı istediğim gibi kullanabilmek, kendi zamanımı kendim yönetebilmek özgürlüğümdür. Projelerim… Üstünde çalışacaklarımı kendim seçebiliyorum. Özellikle sanat. Çevremdeki insanlar… Çevremdekilerin sevgilerinden besleniyorum. Fakat hala beklediğim bir şey var… Bir deniz adamı…
Denizi paylaşabilmek için… Önceden ne yapacağını kestiremediğimiz denizi… Teknede iki kişi olmak daha iyi!
Evet Jülide, sen beni iyi anlıyorsun.
Yıllar içinde biriktirmişim.Yavaş yavaş, çalıştığım, gerçekleştirdiğim bir sürü proje sürecinde tanıdığım insanlar, iş ve günlük yaşamımda kurduğum ilişkiler… Sosyal ağlarım fena değil. Bir de sanırım “rengi” olan insanların kokusunu alabiliyorum…