Cem Şen: “Eğer bir öğreti, özünü bir parçacık bile yitirmeden her koşula uyum sağlayabiliyorsa o zaman gerçek bir öğreti demektir.”

2 1.553


İnsan unutur. Verdiği sözleri unutur. 

İnsan unutur. Bir zamanlar ne hissettiğini unutur. 
İnsan unutur. Bir zamanlar ne çektiğini unutur. 
İnsan unutur. Çabasının işe yaramadığını unutur. 
İnsan unutur. Tüm sevdiklerinin ve kendisinin öleceğini unutur. 
İnsan unutur. Önemli kabul ettiği şeylerin büyük bir kısmının önemli olmadığını unutur.
Aynı hataları defalarca yapar; çünkü unutur.
Minnet duymaz; çünkü geçmişte kim olduğunu unutur.
Paylaşmaz; çünkü paylaştığında mutlu olduğunu unutur.
Öfkelenir; çünkü öfkelendiğinde acı çektiğini unutur.
Arzularının pençesine düşer; çünkü arzuları asla tatmin edemediğini unutur.
Başkalarını zor duruma düşürür; çünkü başkalarını zor durumdan kurtardığında sevinçle dolduğunu unutur.
Endişelenir; çünkü geleceği kontrol edemeyeceğini unutur.
Pişmanlıklarla ve suçlulukla yaşar; çünkü geçmişi değiştiremeyeceğini unutur.
Tembellikle yaşar; çünkü en değerli deneyimlerin biz onları beklemezken geldiğini unutur.
Hazırlık yapar; çünkü olanın bizi daima hazırlıksız yakalayacağını unutur.
Hayaller kurar; çünkü olanın daima hayal ettiğimizden farklı olacağını unutur.
Başkalarının iyi işlerini kötüler; çünkü kendini yüceltmenin yolunun başkasının hatasına vurgu yapmak değil kendini geliştirmek olduğunu unutur.
Somurtur; çünkü gülümsemenin bulaşıcı bir iyilik olduğunu unutur.
Açgözlülük yapar; çünkü cesaretin en değerli yatırım olduğunu unutur.
Zamanını boş yere harcar; çünkü bu değerli hayatın kısacık olduğunu unutur.
Başarı elde etmek, alkış almak için kendini türlü acıların, türlü erdemsizliklerin kucağına atar; çünkü her şeyin geçici olduğunu unutur.
Suçlar; çünkü eylemlerin özgür olmadığını, koşullarca belirlendiğini unutur.
Böbürlenir; çünkü başarının kendi ürünü olmadığını unutur.
Kendisiyle konuşur; çünkü gerçeği duyabilmek için susması gerektiğini unutur.
Dinlemeyi unutur; çünkü anlaşılabilmenin tek yolunun anlamak olduğunu unutur
Kısacası insan unutur.
******
Yukarıdaki satırlarını okuduktan sonra kendisine ulaştım… Değerli Cem Şen ile sohbetin bitirilebileceğini düşünmüyorum.. Sadece birkaç soru..  ve sizi başka sorulara yönelten cevaplar.. 
 
 
Uzak Doğu öğretilerinin kendimizi daha iyi hissettirmesinin nedenleri nedir?
Uzakdoğu öğretileri derken hangi öğretiden bahsettiğimizi netleştirmemiz gerekir. Bildiğiniz gibi Doğu ve Uzakdoğu, neredeyse dünya nüfusunun dörtte üçünün yaşadığı bir coğrafya. Sadece Çin, Hindistan, Japonya, Malezya, Tayland ve Endonezya’nın toplamı bile yaklaşık 4 milyar ediyor. Dolayısıyla da Doğu ve Uzakdoğu aslında dünyanın, nüfus ve kültür çeşitliliği açısından merkezi. Uzakdoğu’dan Batı dünyasına aktarılan ana öğretiler Budhizm, Hinduizm/Yoga ve Taoizm.
Samimi olmak gerekirse, herhangi bir öğreti kendimizi iyi hissetmemizi sağlayabilir. Bununla birlikte kendi kültürü ile çatışmalarını tamamlamamış, bununla hesaplaşamamış insanlar ne yazık ki başka kültürlerin öğretilerinde çare arayabiliyorlar. Bu elbette mümkün olamıyor ve bazen insanları bir öğretinin fanatiğine döndürebiliyor. Fanatizm ilk başlarda insanın sahte bir mutluluk hali yaşamasına yardımcı olsa da bir süre sonra bir tür uyuşma ve körleşme ile sonuçlanıyor. Elbette bu, kendi kültürümüzün öğretilerinin de başka kültürün öğretilerinin de aracılığıyla görebileceğimiz bir zarar.
Bu sebeple doğru anlaşılması gerekir ki, öğretiler EĞER “Hakikat”i işaret etmek ve bu Hakikat’e ulaşmak için bir yöntem iseler, iki gerçekten bahsedebiliriz: 1. Her öğretinin aynı şeyi söylemesi gerekir. 2. Öğretiler asla amaç değil yalnızca birer araçtırlar.
Bu durumda, eğer bir öğreti Hakikat’e ulaşmamıza yardımcı oluyorsa, ister Doğu’dan ister Batı’dan gelsin, mutlu olmamızı ve daha bilge bir varoluş durumuna ulaşmamızı sağlayacaktır.
  
Öğretilerinizin ne kadar etkili olduğunu örnek deneyimlerinizle aktarabilir misiniz?
Öğretilerimin ne kadar etkili olduğundan bahsedebilmek için önce onun ne olduğunu anlatmam gerekli sanırım. Ben, yaklaşık 35 yıllık manevi bir kişisel yolculuğun sonucunda, aynı HAKİKAT’i işaret ettiğine inandığım öğretilerin merkezindeki ana öğretiyi, kültür, cinsiyet ve zamanın koşullarından bağımsız bir şekilde öğrenilebilir hale getirmeye çalıştım. Görüşüme göre, bir öğretinin gücü her koşul altında uygulanabilir olmasından gelmektedir. Eğer bir öğreti, özünü bir parçacık bile yitirmeden her koşula uyum sağlayabiliyorsa o zaman gerçek bir öğreti demektir. Bu sebeple Cem Şen Eğitimleri adı altında bir araya getirdiğim öğreti, benim icadım değildir. Ben, evrensel öğretiyi anlamaya çalışıyorum. Öğretmeye çalıştığım tek şey de işte bu evrensel öğreti. Bazı ustalara göre HAKİKAT’i işaret eden öğretiler, her zamanda ve her varoluş boyutunda aynıdır. Evrenin her köşesinde aynı öğreti vardır çünkü HAKİKAT tektir.
Öğrettiklerimin etkisini yalnızca öğrencilerimin gün geçtikçe varsayımlarından kurtulup uyanmaları ve özgürleşmeleri, özgür bir zihine sahip olmalarıyla ölçebilirim. Özgür bir zihin mutlu bir zihindir. Sanırım bu anlamda fena yola almıyoruz. Örneklemeden özellikle uzak duracağım çünkü kimsede beklenti yaratmak istemem.

Bilgeliğe erişmeye çalışanların sayısının artması insanlığı kurtarabilir mi?
İnsanlığın kurtarılması büyük bir hedef. Budha’nın çok sevdiğim bir lafı vardır: “Tüm dünyayı aydınlatmaya çalışmayın; yalnızca bulunduğunuz köşeyi aydınlatın.” Bizim yalnızca bulunduğumuz köşeyi aydınlatmaya çalışmamız gerekir.

Elbette bilgeliğe ulaşmaya çalışanların sayısı arttıkça dünya çok daha iyi bir yer olacaktır. Bu tartışma götürmez bir gerçektir. Bunun için 3 temel sorun üzerinde çalışmayı öğrenmemiz gerekiyor. Bunlar: öfke, açgözlülük ve cehalet. Eğer, bu üç tehlike ile başa çıkabilecek bilgeliğe ulaşabilirsek bu durumda insanlık mutlaka bundan büyük fayda görecektir. 
 
Anlamamız gereken şey şudur: insanlığı kurtaracak şey ile bireysel olarak bizi kurtaracak olan şey aynı şeydir.


Kendimizle ilgili farkındalıkları nasıl artırabiliriz?

Farkındalığı artırmanın yolu, unutmamaktan geçiyor. Neyi unutmamak? İlk olarak şimdiki zamanı. Sonra yaptığımız şeyi. Sonra bedenimizi, duygularımızı ve düşüncelerimizi. Eğer farkında olmayı anımsayabilirsek farkında olabiliriz. O sebeple de ilk adım anımsamak olmalı. 
Kendimize yalan söylemeyi nasıl aşabiliriz?
Kendimize yalan söylediğimizi fark etmeden yalan söylemeyi aşamayız. Yalan söylediğimizin farkında olmalıyız ilk olarak. Yalan söylediğimizi fark edebilmek içinse yalanın bir amaca hizmet ettiğini ama vaadettiği şeyi veremediğini anlamamız gerekir. Her yalan bir vaatle gelir ancak asla vaadini yerine getiremez. Zaten vaadini yerine getirseydi yalan olmazdı. Kendimize kendimiz hakkında söylediğimiz yalanlar, kendimizi gerçekte olduğu haliyle görmemizi engellemektedir. Bu engelleme bizi içinde bulunduğumuz durumdan çıkmaktan engellemekte ve acı çeksek de bir tür uyuşma hali içinde tutmaktadır. O nedenle de yalanlarımızın bize acı verdiğini ve hizmet etmediğinin anlamalıyız ilk olarak ki yalan söylemeyi bırakabilelim. Elbette bunun için de yalanlarımıza inanmayı bırakmalıyız. Bizler yalanlarımızı başkalarını değil kendimizi hayali bir gerçekliğe ikna etmek için söyleriz.Her yalan bir vaatte bulunur. Hiçbir yalan vaadini yerine getiremez. Yalanı bırakmak için ilk olarak yalanımıza inanmayı bırakmak gerekir. Bunun için de yalanın vaadettiği şeyi vermeye muktedir olmadığını anlamalıyız. Bu anlayış farkındalıkla gelecektir. Farkındalık ise yalnınzca doğru soruları sormaya hazır olduğumuzda vardır.
İnsanların birbirleriyle iletişimi neden bu kadar zorlaştı?
İnsanlar arası çatışma her zaman vardı. Hatta bu çatışma ve onun iyileştirilmesi için Pali dilinde, 2500 yıl kadar önce Budha tarafından kullanılan Papancha diye bir terim bile vardır. Papancha, anlam olarak tat katmak, çeşnilemek demektir. Genel olarak gelecek ya da geçmiş ile ilgili kurgularımızı, vesveselerimizi, varsayımlarımızı anlatır. Kişiler arasındaki çatışmanın temelinde karşımızdakini, kendimizi ve çatışmayı doğru şekilde kavrayamamak vardır. Bana bir insan ile arasında çatışma olduğunu söyleyerek gelen her öğrencime aynı tavsiyede bulunurum: eğer anlaşılmadığınızı düşünüyorsanız bilin ki karşınızdakini anlamıyorsunuzdur. Yani, anlaşılmadığınızı düşündüğünüz her zaman mutlaka anlamaya çalışın. İnsanlar eğer dinlemeye ve anlamaya hazır olsalar iletişim o kadar zor olmayacak. Ne yazık ki hepimizin kafasındaki -meli ve -malı’lar, iletişimin önündeki en ciddi engeli oluşturuyorlar.
Yalnızlığı bu kadar çok severek bir başkasıyla yaşam kurmaya çalışmak yaman çelişki değil mi?
İnsanlar yalnız yaşamak için yaratılmış varlıklar değildir. Samimi bir şekilde yalnız kalmak isteyen insan yok denecek kadar azdır. Bir bebeğin bile karnının doyurulması hayatta kalmasına yeterli olmuyor. Sevilmeyen bebeklerin hayatta kalmaları zorlaşıyor. İnsanlar, başka insanlara ihtiyaç duyarlar. O sebeple yalnız olmayı istemek çoğu zaman bir ilişkinin yükünü taşımak istememektir. Daha doğrusu sorumluluğu yük sanmak demektir. Biz insanlar sürekli olarak yetki sahibi olmak ama sorumluluk sahibi olmamak isteriz. Hep birbirleri ile çelişen şeyler ister dururuz. Soruna sebep olan eylemi yapmayı sürdürmek ama soruna sahip olmamak isteriz mesela; evli olmak ama bekar gibi yaşamak… Aydınlanma, uyanma yolunda ilerleyip bağımlılıklarımızı sürdürmek… Yalnız olmak ama ilişkiye sahip olmak da böyle bir şey. Yani işimiz ne yardan ne serden geçmektir. Oysa birinden birini bırakmak durumundayız. Dediğim gibi hayatın üç ciddi sorunu var: açgözlülük, öfke ve cehalet. Bu, açgözlülük sınıfına giriyor.

 

Sevgi ve şevkat öğretilebilir mi?
Elbette öğrenilebilir ve geliştirilebilir. Bunun yolu aslında çok kolay. Şefkati geliştirmek istiyorsanız anlayış geliştirmelisiniz. Şefkat çoğunlukla acıma duygusu ile karıştırılır oysa acıma değildir. Acıma tehlikeli bir duygudur ve çoğunlukla acıdığımız varlığa bu acıyı yaşatana karşı öfke duygusunu barındırır. Şefkat ise, acının nasıl bir cehaletle yaşandığının acıyı çekenin de acıyı çektirenin de benzer bir cehaletin kurbanı olduğunun anlaşılmasını sağlar. Şefkat iyileştiricidir. Acının niçin yaratıldığının anlaşılması şefkati artırır.
Sevgi ise emek ile ilişkilidir. Bir insana ya da bir şeye harcadığımız emek arttıkça onunla ilgili sevgimiz de artar. Sevginin en ileri formunda ise sevdiğimiz şeyi kendimizden özgürleştirmek vardır.
Din insanları doğru yolda tutmaya yetmiyor.. İnsan kötü bir varlık olmaktan nasıl kurtulur? Kurtulabilir mi?
Eğer varlıklara fırsat verilir ve yeterli şefkat ile temas ettirilirlerse, eğer korkularından kurtulmalarına yardımcı olunabilirse kötü eylemlerden uzaklaşmaya başlıyorlar. İlk olarak şunu anlamamız gerekir ki, kötü insan yoktur yalnızca kötü eylemler vardır. Bir hapishanede bile eğer insanlara kötü olmadıkları sadece kötü bir şey yapmış oldukları anlatılabilirse, hapishaneden çıktıktan sonra tekrar suç işleme ihtimalleri büyük oranda azalıyor. İnsanlar suçlu ya da kötü değildir, sadece cehalet sebebiyle kötü eylemlerde bulunurlar. O sebeple insanlara iyi eylemlerde bulunma ve değişme fırsatı vermeyi asla bırakmamalı, hatta bunun devlet eli ile yapılmasını talep etmeliyiz.
Beden sağlığımızın iç huzurumuzla nasıl bir ilişkisi var?
Yıllar önce, benim için dönüm noktası olan manevi deneyimlerden bir tanesini bir ustam ile sohbet ederken yaşadım. Kaula Lumpur’da usta ile evinin balkonunda, bir çalışma arasında sohbet ederken, ona bir miktar sağlık, anlamlı ilişkiler ve manevi gelişimden daha önemli bir şeyin var olmadığını düşündüğümü söyledim. Bana, “Bedenini sağlıklı hale getirmek istiyorsan ruhuna yatırım yap” dedi. Açıkcası buna şaşırdım. Ben her zaman bedenin iyileştirilmesi için beden üzerinde çalışmanın gerektiğini düşünürdüm. Elbette beden üzerinde çalışmak çok önemli ama uzun yıllar süren öğrenme ve öğretme deneyimlerimin sonucunda şunu samimiyetle söyleyebilirim ki, sağlık beden ile değil bilinç ya da ruh ile ilişkilidir. Bedenin sağlıklı olması zihinsel sağlığımıza katkıda bulunur ama asıl ciddi değişim zihnimizin huzurlu olması ile yaratılır. Kesinlikle bedenin gevşemesi ve canlanması duygularımızın ve zihnimizin huzurlu hale gelmesine yardımcı olacaktır. Bu da zihnimizdeki huzurun artmasının sonucunda bedenimizin çok daha iyi ve huzurlu olmasına yardımcı olacaktır.
Taoizm’de duyguların kaynağının zihnimiz değil duygular olduğuna inanılır. Yıllar süren deneyimlerin ardından size bunun doğru olduğunu söyleyebilirim. Düşünceler zihnimizin ürünleri olsalar da duygular organlarımızla ilişkilidirler. Dolayısıyla organlarımızın ve bedenimizin ılımlı ölçüde sağlıklı olması ile dengeli duygular ve iç huzur arasında bağlantı vardır.
İnsan paranın hükümdarlığına son verebilir mi? Alışveriş yapmayı bırakabilir mi?
Para yalnızca bir araçtır. Özellikle de gözde büyütülen bir araç. Yıllardır içsel gelişim alanında eğitim veren pek çok insan gibi ben de para konusundaki önyargılı yorumlara muhatap olur dururum. Bu röportajda değil ama belki başka bir yazıda bir ara para ile içsel gelişim eğitimleri arasındaki ilişkiyi, özellikle de yanlış anlaşılıp duran ilişkiyi anlatmak istiyorum.
Şimdi sorunuza geri dönecek olursak, gerçekçi olmak gerekirse, şimdilik içinde yaşadığımız dünyada bir takas aracı olarak parayı kullanıyoruz. Elbette gerçekte para diye bir şeyin var olmadığı, sanal bir değer olduğu, paranın tek amacının sürekli değer yitirmek ve bizi durduk yerde fakirleştirerek ana paraya sahip olan büyük güçlerin gücünü daha da artırmak olduğunu vs.. söyleyebiliriz. Bununla birlikte paranın bu gücü bizim açgözlülüğümüz olmadan var olamaz. O nedenle paranın besininin daima bizim açgözlülüğümüz olduğunu anımsamalıyız.
Kişisel olarak hayat boyu en büyük yatırımımı eğitime harcadım. Bugün geriye dönüp baktığımda pek çok insanın mal edinmek için harcadıklarından daha büyük miktarda bir parayı eğitimime ve eğitim gezilerime harcadığımı görüyorum. Bu, benim için para kazanmanın ve para harcamanın en iyi yoluydu. Budha para için 6 öneride bulunur:
1. Doğru şeyden para kazan, kimseye zarar verme.
2. Doğru şeye para harca, kimseye zarar verme.
3. Paranın bir kısmını yaşamak için ayır.
4. Paranın bir kısmını işine yatır.
5. Paranın bir kısmını ilerde ihtiyaç duyabileceğin şeyler için bir kenara ayır.
6. Paranın bir kısmını hayır işlerine ve öğrenmeye ayır.
Benim para konusundaki algım ve önerim de bu. Eğer kendiniz için gerçekten önemli olan şeyi anlayabilirseniz, onun için para harcamak sizin için mutluluk olacaktır. Eğer sizin için gerçekten önemli olan şeye para bulamadığınızı düşünüyorsanız bu da sizin yanılsamanızdır ama bu konu da başka bir sohbete kalsın..

 

Cem Şen 1968 yılında doğdu. 1981 yılında savaş sanatları eğitimi almaya başladı. 1987 yılında Zen Budizm’in Türkiye’deki temsilcisi olan İlhan Güngören ile tanıştı ve 1987-1990 yılları arasında Güngören’in asistanlığını yaptı. Bir yandan Güngören’i Zen çalışmalarında ve Tai Chi Ch’uan derslerinde destekleyen Cem Şen aynı zamanda Namık Ekin, Mustafa Aygün gibi eğitmenlerle savaş sanatları eğitimini sürdürdü.
 
1990 yılında ilk çeviri eseri yayınlandı. Aynı yıl çalışmalarını tümüyle Taocu çalışmalara yönlendirdi. Sırasıyla Mantak Chia, Master Wang, Master Wu, Eric Steven Yudelove gibi ustalardan eğitim alan Cem Şen aynı zamanda bu ustalardan farklı Taocu sistemleri öğretme yetkisi de aldı.
 

 

Halen ustalar ile çalışmalarını ve dünyanın farklı yerlerinde bulunan yaşayan büyük bilgelerle iletişimini ve arayışlarını sürdürmektedir. 
 
1991 yılında Dharma Yayınları’nı ve ardından 
2003 yılında bu yayınevinden ayrılarak 
Klan Yayınları’nı kurmuş olan Cem Şen’in içlerinde “Enerjinin Dansı: T’ai Chi Ch’uan” ve “Dolmuşa Binme ve Dolmuştan İnme Sanatında Zen” adlı kitaplarının da bulunduğu 8 kitabı ve yaklaşık 40’a yakın çeviri eseri bulunmaktadır.
 
************
 
Tüm dünyaya yayılmış ve Chan (Zen), Dzogchen, Gnostisizm, Sufizm, Taoizm gibi farklı adlarla tanınan öğretiler bize, tüm evrende tek öğretinin varolduğundan bahseder. Bu öğreti evrensel yasaların, insan zihninin lisanında anlaşılmasını sağlar. Bu yasalar ise tüm varlıkların “gerçek doğalarını” keşfedip, saf ve mutlak mutluluğa ulaşmalarını sağlayan bir yol haritasıdır. Bu Hakikat ve onun bilgisi, tüm öğretilerin kalbini oluşturmaktadır. Öğretiler bu Hakikat’i taşıyan birer kalıptır.
Cem Şen eğitimlerinde bu amaçla, her öğretinin merkezinde varolan öğreti, Şamanizm, Taoizm, Chan ve Budizm temel alınarak çalışılmaktadır. Evrensel öğreti üç temel üzerinde yükselmektedir. Bu üç temel, hemen her öğretide “Üç Temel Manevi Güç” ya da Üç Hazine (Beden, Nefes/Enerji ve Bilinç) olarak adlandırılmaktadır.
Cem Şen Eğitimleri’nde Üç Hazine, tarih boyunca ruhsal gelişimin ileri aşamalarına ulaşmış ustalardan kesintisiz bir gelenekle günümüz ustalarına aktarılan 5 aşamalı bir eğitim programı ile çalışılmaktadır.
 
 
 
 
2 Yorumlar
  1. Adsız diyor

    Merhaba
    Ne güzel bir söyleşi olmuş zevkle okudum. Güzel söylenmiş felaketlerin kaynağı cehalet, öfke ve açgözlülük diye. Aynı bugün ortadoğuda olanlar gibi Bu üç unsur da orada mevcut. Teşekkür ederiz bu söyleşiyi okuma fırsatını bize verdiğiniz için
    Ayşegül Şen

  2. Ayşe Gülay Hakyemez diyor

    Ayşegül Hanım,
    Beğenmenize sevindim… Saygıyla,

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.