Paris İzlenimlerim… Gecikmiş bir sonbahar gezisi yazısı…

0 215
Paris’in en eski sanat malzemeleri dükkanlarından Sennelier’de

Ekim ayında Paris’teyken Ankara saldırısı, İstanbul’a döndükten iki hafta sonra da Paris Bataclan saldırısı yaşandı. Elim bir türlü bu yazıyı tamamlayıp yayınlamaya varmadı. Ama bugün gecikmeli de olsa gezi izlenimlerimi paylaşmak istedim.

Fransızların kahvaltı klasiği “croissant”, Paris’e dair keyiflerimden biri.. Tesadüfe bakın ki Butte Montmartre’da kaldığım evin alt sokağındaki fırın, Paris’in geleneksel baget ekmek yarışmasının 2015 birincisi çıktı. Her sabah taze “baguette” ekmek teslimatı için Elysée Sarayı’nın kapısını çalan “Le Grenier à Pain des Abbesses” fırını.. Üstelik croissant’ları da ödüllü..

Pazar günü iki croissant alabilmek için uzun bir kuyruk beklemek zorunda kaldım.. İstanbul’daki bazı işbilmezler gibi mikrodalga’da ısıtmadılar tabii ki..  Gevrek, ısırdıkça pul pul dökülen mis gibi bir croissant yedim ilk Paris sabahımda.

Nefis croissant’ları, şarapları, müzeleri ve galerileri bi yana, Paris, yıllarca aradan sonraki bu gezimde sokaklarındaki kalabalık, pislik, kötü kokular ve ırkçı bakışları ile bende çok kötü bir etki bıraktı..

Le Monde Economie’nin 21 Ağustos 2015 haberine göre Fransa bu sezon 85 milyon turist sayısıyla dünya rekoruna koşuyormuş.. Ben uzunca bir süre gitmem herhalde.. Yeni sevgilim Londra!

1989’un Avrupa Kültür Başkenti Paris’in titizlikle korunan mimarisi hala büyüleyici görünüyor ama bana binalar içten içe hızla çürüyormuş gibi geldi.

Porselen, kristal, ahşap antikalar, eski kitaplar, gravür ve resimler satılan Saint-Ouen bitpazarına ulaşmak için hırsız pazarlarının içinden geçmek öldürdü beni… Ulaşamadan yoruldum. Birkaç güzel parçaya hayran hayran bakabildikten sonra nasıl eve döndüğümü bilemedim…

Paris sokaklarında kadınlar eskisi kadar şık değiller. Bobo (bourgeois-bohème) stil yaygınlaşmış. Çapkın bakışlı kibar erkekler de yok artık.. O kalite ve zerafet için eski filmlere bakmakla yetineceğiz artık!

Elektronik sigara yaygınlaşmış.. Ben de aldım iki tane. Birinin dumanı üzüm, diğerininki Virginia tütünü kokuyor..

 

Mezarların herbirinin bir başka hikayesi, mimarisi var..

Père la Chaise Mezarlığı’nı bugüne kadar gezme fırsatı bulamamıştım. Sinemamızın çirkin kralının (Yılmaz Güney), Chopin, Modigliani, Edith Piaf ve Gilbert Bécaud’nun mezarını ziyaret ettim. 210 yıllık, 44 hektarlık mezarlığın parke taş yollarında dolaşırken yaşamı bir defa daha sorguladım. Geçmişe yaptığım yolculukta sanat, felsefe, siyaset ve tarih bilgilerimi zorladım.. Ne kadar çok bilmediğimiz şey var?

Giderseniz yanınıza bir mezarlık haritası alın ve kimlere çiçek bırakacağınızı önceden planlayın.. Yoksa dünyanın en ünlü mezarlığına kadar gelmişken görmeyi kaçırdıklarınız için üzülebilirsiniz..
70 binden fazla mezara yüzlerce kedi arkadaşlık ediyor. Ağaç sayısı 5 bini geçmiş durumda..

Ebedi istirahatgahları burada yeralan ünlülerden bazıları şöyle: Camille Claudel, Ahmet Kaya, Simone Signoret & Yves Montand, Jim Morrison, Marcel Proust, Honoré de Balzac, Oscar Wilde, Jean de la Fontaine, Molière..

Paris Filarmoni Binası’nın çatısı üstünde gezilebilir şekilde tasarlanmış

Paris’e kadar gelmişim, “Chagall, Le Triomphe de la Musique/Müziğin Zaferi” sergisini kaçırır mıyım? Chagall’in resimlediği Newyork ve Paris opera binalarının tavan görselleriyle oluşturulmuş multimedya enstallasyonlarını, Chagall’in resim, heykel, bale-opera dekor ve kostümlerinden oluşan 270 eserini ve Paris’in yeni Philharmonie binasını da böylece görmüş oldum.

Parc de la Villette’te yeralan Filarmoni Binası’nın mimarı Jean Nouvel. 2007’de açılan”konser salonu yarışması”nda birinci gelerek binanın yapımını üstlenmiş. Projelerini sunup finale kalan diğer beş mimar arasında Zaha Hadid de bulunuyormuş. Jean Nouvel, projenin tam olarak tamamlanmadığını ve konser salonunun akustik denemelerinin henüz tamamlanmadığını gerekçe göstererek Filarmoni Binası’nın Ocak 2015’te yapılan açılışına katılmamış. İsminin yapıyla birlikte anılmamasını talep ederek kültür bakanlığının aleyhine dava açmış. Kültür Bakanlığı’nın tahmini bütçeyi ikiye katlayan ve cumhuriyet tarinin en pahalı (386 milyon euro) projesine dönüştüğünü belirterek mimarı suçladığı mahkeme mimar aleyhine sonuçlanmış.

Chagall Paris Operasının tavanını (Mozart panosu) çalışırken. 1964, fotoğraf : Izis

Tartışmalı Filarmoni Binası’nın içinde açılan sergisi sayesinde Chagall’in müziğe olan düşkünlüğünü ve daha önce bilmediğim dekor ve kostüm tasarımcılığını da keşfetmiş oldum.

“Desene renkle şarkı söyletmeli. Debussy gibi yapmalı..” diyen Chagall’in resimlerindeki yahudi düğün orkestralarında çalan geleneksel klezmorim (kemancı) figürünü,  uçan haham, ev, hayvan ve kadınlarını hatırlıyorsunuzdur.

1942’de Meksiko City’de “Aleko (Rachmaninov)” Balesi’nin, New York Operası’nın 1945’te “Ateş Kuşu” ve 1966-67’de “Sihirli Flüt (Mozart)” operalarının dekor ve kostümlerini tasarladığını biliyor muydunuz? 1958-59’da Paris ve Brüksel’de «Daphnis ve Chloé (Ravel)» balesinin dekor ve kostümlerini yaptığını?

1960’da Paris Garnier Operası’nın 220 metrekarelik tavanını resimlediğini? Sergilenen operanın tavanı değildi elbet. Şahane fotoğraflarıydı.. Chagall’in detay resimlerini yakından başka türlü de izlemek mümkün olamazdı. 14 panodan oluşan tavan resminin videosunu 14 kompozitör müziği eşliğinde seyrettik. Rameau’nun “Indes Galantes”p, Verdi’nin “Traviata”sı, Debussy’nin “Pelléas et Mélisande”ı, Ravel’in “Daphnis et Chloé”si..

Shadows, sinema filmi hissi veren yüziki parçadan oluşmuş tek bir resim… Norm dışı..

Şanslıydım. Modern Sanat Müzesi’nde de bir başka harika sergiyi gezebildim. Andy Warhol’un 1978’de ürettiği “Shadows” serisi Avrupa’da ilk kez sergileniyordu. Serginin yanısıra Amerikalı sanatçıdan alıntılara yer verilen “Warhol Unlimited” i izlerken de 1964’te Newsweek’e verdiği bir röportajda söylediklerini okudum:

Müzeye gidiyorsunuz, size sanat budur diyorlar. Duvarlara küçük kareler asılmış.. Fakat her şey sanattır ve hiçbir şey sanat değildir.” 

Warhol’un balonlarından bazılarını yakalamayı başardım..

Bir vantilatörle hareketlendirilen Warhol’un meşhur metalik balonlarıyla dolu salona daldığımda Warhol’un şu sözleriyle karşılaştım:

“Bitirmeyi, gerçekten sonlandırmayı düşünüyordum. Kariyerimin sona erdiğini işaret etmek için şişirilip uçmaya bırakılacak gümüşi minderler ürettim. Fakat sonunda gümüşi kozmik minderler buharlaşmadılar, kariyerim de…”

Andy Warhol ile Pop Art yolculuğumdan sonra size teleferikle çıkmanızı önereceğim Monmartre’ Tepesi’nde Clos Montmartre bağları ve Renoir Bahçeleri içindeki bir evden (La Maison du Bel Air) söz etmek istiyorum. Renoir, “Galette Değirmeni Balosu” simli ünlü tablosunu (1875-77) burada yapmış.

Sirklerde akrobat olarak çalışırken bir kaza geçiren ve sonra Renoir ile Lautrec’e modellik yapan Suzanne Valadon, Paris’in başarılı ilk kadın ressamlarından biri olmayı başarmış. 1912-1926 yılları arasında oğlu Maurice Utrillo ve eşi André Utter ile birlikte Montmartre’da Cortot Sokağı 12 numaradaki bu evde yaşamış.

Ev, 1960’da müze haline getirilmeden önce Renoir, Emille Bernard, Utrillo ve annesi Suzanne Valadon gibi birçok ressama atölye olmuş. Bugün bazı Valadon, Utrillo, Modigliani, Renoir, Lautrec resimlerinin yeraldığı daimi koleksiyonu ile Cancan dansı ve gölge tiyatrosu bölümleri ile görülmeye değer bir müze.

Şair Max Jacob, nemli ve karanlık olduğu için Seine Nehri kıyısındaki çamaşır yıkama teknelerine
benzettiği atölyeye Bateau-Lavoir (Çamaşır teknesi) adını takmış.

Montmartre, kafeleri, sanat tarihi, Tertre Meydanı’nda tualleri ile sıra sıra oturup resim yapan sanatçıları, sokak şarkıcıları, turistik eşya dükkanları ile Paris’in en popüler yerlerinden biri.. Restoranlardan birine oturup gelene geçeni izleyerek şarap içmek çok (kalabalıktan ezilmez, turistik kazıklar yemezseniz) keyifli..

Salvador Dali müzesini, Sacré Coeur Klisesi’ni, Montmartre Müzesi ve Renoir Bahçelerini, La Galette Değirmenini, Dalida’nın evini, Bateau-Lavoir vitrinini, Lapin Agile Kabaresi’ni ziyaret etmeyi unutmayın. Montmartre’dan aşağı indiğinizde de yıllardır en güzel fransız kupür dantellerinin satıldığı Sait-Pierre Çarşısı’na uğramadan geçmeyin.. Evlilik çağındaki genç kızlara hediye götürmek için bütçenize göre danteller bulabilirsiniz..

Bateau Lavoir vitrini, fotoğraf: Ayşe Gülay Hakyemez

19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında bohem yaşantısı ve yeni sanat akımlarının doğuşu ile sanat dünyasını kendisine çekmiş olan Montmartre’ın en ünlü yaratım atölyelerinden biri de Bateau-Lavoir.

1889’dan beri birçok sanatçıyı ağırlamış olan atölyenin yaşamı ne yazık ki 1970’deki yangınla sona ermiş. 1978’de restore edilmiş.

Emile Goudeau Meydanı (eski Ravignan Sokağı) 13 numaradaki vitrininde bugün, illüstrasyonlardan oluşan ışıklı bir pano var. Anılar yaşatılmaya çalışılıyor.

Kübizmin öncüsü Picasso, ünlü “Avignonlu Kızlar” tablosunu 1904 – 1909 yılları arasında bu atölyede yaratmış. Atölye Modigliani’nin alkol krizlerine, Max Jacob’un okuduğu şiirlerine, Henri Rousseau adına verilen büyük davete sahne olmuş.. Buradan gelip geçen sanatçılar saymakla bitmiyor:

Amedeo Modigliani, Kees van Dongen, Henri Matisse, Georges Braque, Fernand Léger, André Derain, Pierre Dumont, Raoul Dufy, Maurice Utrillo, Juan Gris, Max Jacob, Jean Metzinger, Louis Marcoussis, Alfred Jarry, Guillaume Apollinaire, Edmond-Marie Poullain, Jean Cocteau, Raymond Radiguet, Gertrude Stein, Charles Dullin, Harry Baur, Ambroise Vollard, Daniel-Henry Kahnweiler, Berthe Weill, Jacques Gaston Emile Vaillant, Robert Tatin, Maurice Denis, Endre Rozsda, Virginia Tentindo, Ksenia Milicevic, Pierre Mac Orlan, Marie Laurencin, Gen Paul, Otto Freundlich, Georges Guyot…

Castel Béranger binasının girişi..
Paris’in bazı metro girişleri dikkatinizi çekmiştir. Yeşil renkteki bu ferforje alınlıkların tasarımcısı Art-Nouveau (Yeni Sanat) tarzının öncüsü mimar Hector Guimard (1867 – 1942) dır. Guimard’ın baş yapıtlarından sayılan La Fontaine Caddesi 14 numaradaki “Le Castel Béranger Binası”nı da görmenizi öneririm. Guimard, 1897’de bu binaya taşınmış. Her ne kadar süslemeleri ile bazı “parisien”lerin tepkisini çekip “şeytanın evi” olarak adlandırılmış olsa da, binanın cephesi 1898’de Paris’in en güzel cepheli binası seçilmiş. Ressam Paul Signac da bu binanın hayranlarından ve sakinlerinden biri olmuş..
Henri Gervex, “Rolla” 1878, Yağlıboya, 175 x 200cm.
Musée d’Orsay’deki “İhtişam ve Sefalet – Fuhuş Görselleri (1850-1910)” Sergisi ise çok etkisinde kaldığım bir başka önemli etkinlikti.. d’Orsay Müzesi’nin giriş katının yarısı bu sergiye ayrılmıştı. Degas, Manet, Munch, Picasso, Chabaud, Lautrec,Van Gogh gibi ressamlar hayat kadınlığı tarihini romantik, gerçekçi ya da fantezi boyutta geleceğe taşımışlar..
Her gün ortalama beşbin kişinin gezdiği muazzam sergi, o dönem hayat kadınlarının sanat dünyasına etkilerini yansıtan  resim ve heykellerinden, doküman, pornografik film ve erotik fotoğraflarından oluşturulmuş..
İzlenimcilerin (l’impressionnisme), doğacıların (le naturalisme), fovistlerin (le fauvisme) ve dışavurumcuların (l’expressionnisme) hemen hepsi eserlerinde hayat kadınlarına yer vermiş ve anladığım kadarıyla burjuvaziyi hop oturtup hop kaldırmışlar..
Bazı bölümleri 18 yaşndan üçüklere kapalı olan serginin küratörü Isolde Pludermacher eserlerden bahsederken şöyle diyor zaten: “Bu kadınlar zamanına göre oldukça farklı ve skandala gebe şekilde giyinirler, canlı renkleri tercih ederler ve burjuva kadınlarınkinden çok daha farklı bir makyaj yaparlardı.” 
 
Paris gezimden aktarabildiklerim bu kadar… Bir sonraki gezi yazımda buluşmak üzere..
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.