Mustafa Seven: “Şehir merkezine geldikçe görüntüler yapaylaşıyor…Hayatın kendisi de!”
Galeri Eksen’den Mustafa Seven’in “Tek” isimli sergi davetiyesi geldiğinde fotoğraf beni öylesine içine çekti ki… Bulup konuşmak ve sizlerle tanıştırmak istedim Mustafa Seven’i… Siz ne hissedeceksiniz bilmiyorum ama ben sergiyi oluşturan siyah beyaz fotoğrafların herbirine tekrar tekrar bakma ihtiyacı duydum. Her seferinde bir başka ayrıntıda kaybolmak için…
Fotoğraflarımın tamamında, bakıldığında beş duyunun da harekete geçmesini istedim ben. Dijital değil de baskı olmalarını da bunun için tercih ettim son sergimde. Beş duyuya da davet etsin diye. Dokunulabilsin diye..
İstanbul ile herkes kendi macerasını yaşar. Aynı şeye bakıp, aynı yemeği yiyip -insanız böyle de olmalı- farklı tatlar almamız mümkün. Hepimiz başka dokulardan, başka renklerden yaratıldık. Doğalı bu. Serüveni bu. Anormal değil.
Koşullandırma ve yönlendirmelerden nefret ederim ben. Bana söyledikleri, dayattıkları şekilde hissetmiyorum ki. Çok başka şekilde görebilir, hissedebilirim. Bunun için fotoğraflarımda izleyeni yönlendirebilecek aksesuar ve kelimelerden kaçınıyorum. Tarih koymuyorum. Fotoğrafın hikayesini yazmıyorum. Neyse o. Neyi hissettiriyorsa o..
Çam kozalağı çekmiştim. Durur hala. Saklıyorum.
Gördüğüm anda çekerim. Bir iki kare.. Hiçbir şeyi değiştirmeden.. Gördüğüm gibi çekerim. Daha sonra alternatif olarak bir şeyler daha çıkarabilir miyim? diye düşünerek çekerim. Ama modelden bir şey istemem. Çekimlerimde kurgu yok. Her fotoğraf için olmasa bile bazılarında model dışarıya bakmaya başlarsa mesela “abi bi bana bak” demişimdir. “Ama şuraya otur, burada dur” dediğim olmamıştır.
Gerçekliğin gücüne inanıyorum. Gerçekle ilişkisini koparacak hiçbir şey yapmıyorum. O anın büyüsünü, kokusunu bozacak hiçbir şey istemiyorum. Sonuçta dijital bir üretim. Anlatımımı güçlendirmek için teknik olarak da güçlendirdiğim oluyor fotoğrafı tabii. Tonlamadan bahsediyorum. Bu şuna benzer. Yemeğin tadı çok güzeldir. Ama sunumu da iyi olmalı. Bunu önemsiyorum.
İnsan çocukluğumdan beri ilgimi çeker. Çok fazla kafa yorarım üstünde.Çok küçükken hatırlıyorum. Okuldan kaçıp Eminönü’ne gider, merdivenlere oturur, insanları izlerdim. Daha ilkokul çağındaydım.. Merak ediyordum…Bugün de bu böyle. Kafam hep onlarla meşgul. Yolda yürürken, kafede otururken… İçgüdüsel bu. İnsanları izliyorum. Neden öyle duruyor, nasıl konuşuyor, acaba şunun için mi öyle baktı? Yoksa bunun için mi? Düşünüp dururum…
Ama başarı kelimesi de olmadı şimdi.. Kendimi başarılı olarak ya da sanatçı olarak tanımlamak istemem. Bunu başkaları takdir etmeli..
Ruh halime göre değişiyor. Ama en çok, metropol hissini vermeyen yerlerde, şehir merkezinin dışında olmayı, banliyöleri seviyorum. Sokağın insanları iİetişim kurabildiğim insanlar… Sokağın dilini çok iyi biliyorum. Aynı dünyaya ait olduğum için! İnsanı gerçek mekanının içinde çekiyorum. Gerçekliğine inandığım şeyleri çekiyorum. Şehrin merkezine geldikçe görüntüler, hatta hayatın kendisi yapaylaşıyor. Metropolün getirdiği zorunluluk ve baskılardan sözediyorum… Hayatı yapaylaştıran şeyler bunlar…