Mustafa Seven: “Şehir merkezine geldikçe görüntüler yapaylaşıyor…Hayatın kendisi de!”

0 106


Galeri Eksen’den Mustafa Seven’in “Tek” isimli sergi davetiyesi geldiğinde fotoğraf beni öylesine içine çekti ki… Bulup konuşmak ve sizlerle tanıştırmak istedim Mustafa Seven’i… Siz ne hissedeceksiniz bilmiyorum ama ben sergiyi oluşturan siyah beyaz fotoğrafların herbirine tekrar tekrar bakma ihtiyacı duydum.  Her seferinde bir başka ayrıntıda kaybolmak için…

 
İstanbul’u 5 duyunuzla tarif etmenizi istesem nasıl anlatırdınız?
İstanbul beş duyunun ta kendisi zaten. Tınılarının, kokularının zenginliği ile bambaşka bir dünya yaratabilirsiniz. Gördükleriniz, kokladıklarınız, işittikleriniz, tattıklarınız ve dokunduklarınızla onu diğer metropollerden hemen ayırdedebilirsiniz. İstanbul beş duyunun tamamını vaad ediyor. Doğası bu, kendisi bu… 

Fotoğraflarımın tamamında, bakıldığında beş duyunun da harekete geçmesini istedim ben. Dijital değil de baskı olmalarını da bunun için tercih ettim son sergimde. Beş duyuya da davet etsin diye. Dokunulabilsin diye..  

İstanbul ile herkes kendi macerasını yaşar. Aynı şeye bakıp, aynı yemeği yiyip -insanız böyle de olmalı- farklı tatlar almamız mümkün. Hepimiz başka dokulardan, başka renklerden yaratıldık. Doğalı bu. Serüveni bu. Anormal değil. 


Koşullandırma ve yönlendirmelerden nefret ederim ben. Bana söyledikleri, dayattıkları şekilde hissetmiyorum ki. Çok başka şekilde görebilir, hissedebilirim. Bunun için fotoğraflarımda izleyeni yönlendirebilecek aksesuar ve kelimelerden kaçınıyorum. Tarih koymuyorum. Fotoğrafın hikayesini yazmıyorum. Neyse o. Neyi hissettiriyorsa o..

 

İstanbul fotoğraflarını  diğer şehir fotoğraflarınızdan ayıran en belirgin özellikler nedir?
Başka şehir fotoğrafları da çekiyorum. Özellikle metropollerle iletişim kurmaya çalışıyorum. Roma, Paris, Berlin… Metropolü kendime çok benzetiyorum. Çok uçlarda gezinebilirim, yükselebilir, düşebilirim. Çok şeyi aynı anda var edebilirim. Underground’ı seviyorum. Bana gösterilen şeyler, pompalanan yerler, turistik mekanlar ilgimi çekmiyor. Çok daha başka köşelerde varolduğunu bildiğim şeyleri merak ediyorum. Onları çekiyorum.

İstanbul fotoğraflarının farkı… Tanımlamaya çalışayım. Ben İstanbul’da yaşıyorum. Vaktimi geçirdiğim, suyunu içtiğim yer burası. Bu şehirle besleniyorum. Beni var eden şehir olduğu için farklılaşıyor.. Duygusal yaklaştığım için İstanbul’un fotoğrafları başka oluyor.
 
İstanbul için bir hayal projeniz var mı?
Hissettiğim bir şey yok. Şu anda kentsel dönüşüm üzerinde çalışıyorum. Benim açımdan serüveni çok farklı bu projenin. Daha çok iş yapacağım İstanbul için. Doğurgan bir şehir, anaç bir şehir. Onunla ilgili projeler hayaller bitmez..

 
İlk çektiğiniz fotoğrafı hatırlıyor musunuz?  
Çam kozalağı çekmiştim.  Durur hala. Saklıyorum.
 
Neden?
Biriktiririm ben.  Yaşamımla ilgili şeyleri biriktiririm. Kolay kopamam onlardan..
 
Yok onu sormadım. Niye çam kozalağının fotoğrafını çektiniz diye sordum?
Bilmiyorum.Elime bir makine geçmişti. Nasıl çekiyor, nasıl oluyor diye test ediyordum. o anda da bir çam kozalağı vardı onu çektim…
 
Romantik değil hikaye!!!
Kozalağı çam dallarıyla süslemiş, öyle yapmıştım çekimi. Romantik yanı bu.
(gülüşmeler…)

Fotoğrafını çektiğiniz insanlarla birlikte görüntü üzerine çalıştığınız oluyor mu? Yoksa anlar mı belirliyor kadrajları?

Gördüğüm anda çekerim. Bir iki kare.. Hiçbir şeyi değiştirmeden.. Gördüğüm gibi çekerim. Daha sonra alternatif olarak bir şeyler daha çıkarabilir miyim? diye düşünerek çekerim. Ama modelden bir şey istemem. Çekimlerimde kurgu yok. Her fotoğraf için olmasa bile bazılarında model dışarıya bakmaya başlarsa mesela “abi bi bana bak” demişimdir. “Ama şuraya otur, burada dur” dediğim olmamıştır. 

Gerçekliğin gücüne inanıyorum. Gerçekle ilişkisini koparacak hiçbir şey yapmıyorum. O anın büyüsünü, kokusunu bozacak hiçbir şey istemiyorum. Sonuçta dijital bir üretim. Anlatımımı  güçlendirmek için teknik olarak  da güçlendirdiğim oluyor fotoğrafı tabii. Tonlamadan bahsediyorum. Bu şuna benzer. Yemeğin tadı çok güzeldir. Ama sunumu da iyi olmalı. Bunu önemsiyorum.


İyi yemek yapıyor musunuz?
Yapmayı çok seviyorum. Beni sakinleştiriyor.
 
Ne pişirirsiniz?
Denerim. Annemden ya da internetten tarif alırım. Ama başladığım yerle bitirdiğim yer bir olmuyor. Musakka diye başlıyorum o bambaşka bir şeye dönüşebiliyor.. Literatürde adı olmayan bambaşka bir yemeğe… 

 
Şehir ve insan nasıl yerleşiyor fotoğraflarınıza? Buna kim karar veriyor? Siz mi? İnsanlar mı? Şehir mi?
Değişken bir şey. Benim kişisel hikayeme göre değişiyor. Bazen insandan etkileniyorum, onu şehrin içine koyuyorum.. Bazen mekandan daha çok etkileniyorum, içine insanı yerleştiriyorum. Ama ağırlıklı olarak insan belirleyici oluyor.
İnsan çocukluğumdan beri ilgimi çeker. Çok fazla kafa yorarım üstünde.Çok küçükken hatırlıyorum. Okuldan kaçıp Eminönü’ne gider, merdivenlere oturur, insanları izlerdim. Daha ilkokul çağındaydım.. Merak ediyordum…Bugün de bu böyle. Kafam hep onlarla meşgul. Yolda yürürken, kafede otururken… İçgüdüsel bu. İnsanları izliyorum. Neden öyle duruyor, nasıl konuşuyor, acaba şunun için mi öyle baktı? Yoksa bunun için mi? Düşünüp dururum… 
 
Senaryo yazıyor musunuz?
Yok. Yazıyla aram iyi değil. Beceremem.Yazarak kendimi doğru anlatmak benim için çok zor. Fotoğraftaki gibi başarılı olamayacağımı düşünüyorum…

Ama başarı kelimesi de olmadı şimdi.. Kendimi başarılı olarak ya da sanatçı olarak tanımlamak istemem. Bunu başkaları  takdir etmeli..


 
Son projenizden bahseder misiniz? Duygusundan, sürecinden…?
TEK Sergisi için dört yıl önce çalışmaya başladım. Bir ay kalana kadar devam etti. Toplamda yaklaşık 160 kare fotoğraf çıktı. 5 kişilik bir editör grubu eleme yaptı. Sayısını 50’ye indirdik. Ara Güler Vakfı’ndan Umut Sülün ile beraber toplam fotoğraf sayısını 37’e kadar indirdik.  Hislerle duygularla gittik. Baskı ölçülerine bile müdahele etmedik. Mekanın kendisi belirledi… 
 
37 fotoğrafta neler var?
37 farklı mekan var. Hepsinde insan yok. Oalnların hepsi o mekanlara ait insanlar.
 
Hangi mekanlar?
Ayvansaray, Süleymaniye, Kilyos, Beylerbeyi, Belgrad Ormanı, Haliç, Balat, Abant, Bursa…
 
İstanbul’un nerelerinde olmayı seviyorsunuz? 
Ruh halime göre değişiyor. Ama en çok, metropol hissini vermeyen yerlerde, şehir merkezinin dışında olmayı, banliyöleri  seviyorum. Sokağın insanları iİetişim kurabildiğim insanlar… Sokağın dilini çok iyi biliyorum. Aynı dünyaya ait olduğum için! İnsanı gerçek mekanının içinde çekiyorum. Gerçekliğine inandığım şeyleri çekiyorum. Şehrin merkezine geldikçe görüntüler, hatta hayatın kendisi yapaylaşıyor. Metropolün getirdiği zorunluluk ve baskılardan sözediyorum… Hayatı yapaylaştıran şeyler bunlar… 
 
Siz benim yerimde olsaydınız kendinize başka ne sorardınız?

Bundan fazlası aklıma gelmezdi herhalde.

 

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.